"Ahsen-i Takvîm" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Ahsen; en güzel ve en sevimli; takvîm ise; biçim, suret, endam, kıvam gibi manalara gelmektedir.
Ahsen-i Takvîm; kıvama koymanın, biçimlendirmenin, mânen ve maddeten doğrultmanın en güzeli demektir.
Ahsen-i takvim; insanın en güzel bir mahiyette ve en güzel surette yaratılması demektir.
Tin sûresi 4. ayette insanın "ahsen-i takvim"de yaratıldığı ifade edilir. Takvim kelimesi kıvamla aynı köktendir. Yani insan en güzel kıvamda yaratılmıştır. Bilindiği gibi sözgelimi, bir yemeğin güzelliği onu meydana getiren malzemelerin uygun kıvamda olmasıyla gerçekleşir. Onun gibi insandaki her bir aza ve cihaz olması gereken ideal kıvamda yaratılmıştır.
İnsan hem beden hem de ruh bakımından en mükemmeldir, varlıkların en güzelidir. Meselâ, göz bedende en uygun yere yerleştirilmiştir. Bazı şeyleri görür, ama her şeyi göremez. Her şeyi görememesi de ayrı bir güzelliktir. Kendisine baktığımız bir insanın iç azalarını da görsek herhalde rahatsız oluruz. Göz, ahsen olduğu gibi, onun muhafazası için yaratılan ve insanın yüz güzelliğini süsleyen kirpikler ve terlerin gözün içine girmesine mani olan kaşlar da ahsendir, en güzeldir. Bu kıvamda yaratılış diğer organlar için de aynen geçerlidir.
Ruhunun güzelliği, Allah’a iman, marifetullah ve muhabbetullah yolunda dereceler kazanılmasına vesile olan akıl ve kalp gibi âli meziyetlere sahip olması cihetiyledir.
Cenab-ı Hakkın sonsuz azamet ve kudretini tefekkür eden, hak ve batılı, hayır ve şerri, faydalıyı ve zararlıyı tefrik eden akıl ahsendir.
Âlemlerin Rabbi, “Muhakkak biz insanı ahsen-i takvîmde yarattık” buyuruyor. Ve insan, bu üstün yaratılışıyla, nice güzelliklerin tohumunu saklıyor. Anlamağa, inanmağa, amel etmeğe, sevmeğe, şefkat etmeğe, feyiz almağa namzet.
Peygamberlik bu ulvî mahiyetten çıkıyor. Evliya, asfiya bu mahiyetin meyveleri. Âlimler, ârifler, muttakiler, sâlihler, cömert simalar, âdil hükümdarlar hep bu ulvî mahiyetin değişik sahalardaki farklı meyveleri.
Ahsen-i takvimin bir ciheti de şudur: Kâinat insanla kıvamını bulur. Şu kâinatta her şey şu şekliyle olsa, ama insan olmasa, kâinat nakıs kalır, kemalini bulmazdı. Çünkü insan şu büyük kâinat kitabının en anlayışlı mütalaacısıdır.
İnsan yaratılışı itibariyle, Allah’a iman etme ve O’nu tanıma konusunda en cami bir mahiyete sahiptir. İnsan Penceresinde insanın üç cihetle esma-i İlahiyeye ayna olduğu ifade edilir. Bunlardan birisi de zıddiyet itibariyledir. Soruda geçen noksanlıklar bu noktada insan için büyük bir marifet hazinesidir. İnsan sonsuz acziyle Allah’ın sonsuz kudretine, sonsuz fakrıyla Onun sonsuz zenginliğine ayna olduğu gibi, noksanlıklarıyla da Allah’ın kemaline ayna olur. Diğer iki cihet de nazara alındığında insanın ahsen-i takvim üzere yaratıldığı daha iyi anlaşılır.
Buna göre, ahsen-i takvîm, “kıvama koymanın, biçimlendirmenin, manen ve maddeten doğrultmanın en güzeli” demek oluyor.
İnsanı âlâ-yı illiyine çıkaran sır, hak ve Kur'an'ın sesine uymaktır. Bu nedenle, hakkı, adaleti, Kur'an'ı dinleyenler, âlâ-yı illiyin ve ahsen-i takvime ulaşır. Ama hakkın ve Kur'an'ın haricinde kalındığında esfel-i safilin olan aşağıların en aşağısına ulaşılır.
- İNSAN EN ÜSTÜN MAHLÛK
“Muhakkak, biz insanı ahsen-i takvîmde yarattık.” (Tîn Sûresi, 4)
“Kıvama koymanın, biçimlendirmenin, manen ve maddeten doğrultmanın en güzeli.”
İnsan o üstün yaratılışıyla, nice güzelliklerin tohumunu saklıyor; anlamağa, inanmağa, amel etmeğe, sevmeğe, şefkat etmeğe, feyiz almağa kabiliyetli.
Peygamberlik bu ulvî mahiyetten çıkıyor. Evliya ve asfiya bu mahiyetin meyveleri. Âlimler, arifler, muttakiler, sâlihler, cömert simalar, âdil hükümdarlar hep bu ulvî mahiyetin değişik sahalardaki farklı meyveleri.
Bilindiği gibi, büyük sermayenin kârı da büyük olur, zararı da.
İnsanın organları da, latifeleri ve duyguları da en mükemmel surette yaratıldığından bunların her biriyle büyük kârlar kazanılabileceği gibi, büyük zararlara da düşülebilir.
Beş duyumuzu düşünelim: İnsan bunlarla sâlih amel de işleyebilir, isyan ve günah da. Birinciler, insanı en ileri makamlara, ikinciler ise en derin azaplara hazırlar.
Kalbe bağlı lâtifeler ve hisler bedenin organlarından çok. Bunlar da insanı ya yücelere çıkarır yahut derin çukurlara düşürürler.
Misal olarak sevgi hissini düşünelim: İnsan bu his ile ya Rabbini ve Mevlâ’sını sever yahut nefsini ve menfaatini. İşte birinci hâl yükseliş, ikincisi çöküştür.
Aynı harflerle farklı kelimelerin yazılabilmesi gibi, insan mahiyetinden de, birbirine zıt meyveler çıkabiliyor: Mü’min-kâfir, salih-fasık, âdil-zâlim, mütevazı- mağrur gibi.
İşte, ahsen-i takvim, “en güzeli yazabilecek kıvamda, kabiliyette yaratılmış olma” demektir.
Âlâ-yı illiyyîn, “bunu başarabilenlerin yüksek makamı,” esfel-i safilîn, ise “yanlış yazanların büyük düşüş ve çöküşü.”
Allah Resulü (asm.), “Dünya âhiretin tarlasıdır” buyurur. Yüksek insanlar da, alçak insanlar da bu dünyada yetişiyorlar. Ve âhirette her nefis kendi ameline uygun saadete eriyor yahut azaba uğruyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü