"Akıl", "Fikir", "Hayal" münasebeti nasıldır?
Değerli Kardeşimiz;
Hayal duygusu, misal âleminin küçük bir numunesidir.
Hakikatlerin kalpte, ruhta, akılda ve sair duygularda nasıl bir tecellisi, bir tezahürü var ise; hayal kuvvesinde de bir tecellisi ve bir tezahürü vardır.
İşte bu hakikatleri, manevî ve hayali olarak düşünmek ve öylece tasvir etmek, seyahat-i hayaliye veya seyahat-ı maneviye-i hayalî oluyor. Yoksa hakikatte aslı astarı olmayan karmaşık ve manasız bir hayali esinti değildir.
Risale-i Nur'daki hikâyeler, hakikate işaret eden, derin meselelerin anlaşılmasını akla yaklaştıran birer dürbün ve mühim temsillerdir. Hakikatin bir ucudur; Batı edebiyatında hâkim olan bilim-kurgu ve ucube tarzı bir hayal mahsulü, köksüz ve esassız değildir. değildir. Hayalin kıymetsiz ve saçma olan kısmı; aslı ve hakikati olmayan kısmıdır.
Hayal, kalbin derinliklerinden gelen manalara bir suret ve elbise biçer. Mücerret ve derin manaların üstüne bir sembol ve levha asar, ta ki daha sonra çabuk fark edilsin. Yani mücerret manaların süslenmesini ve giydirilmesini hayal kuvvesi yapar.
Fikir ise, insanın aklı ile yaptığı bir ameldir. Hariçten ve içten gelen manalara sembol ve levha giydirildikten sonra, akıl manalar arasında bir kıyas ve mantık kurmaya çalışır. Onların sıhhat derecelerini ölçer, keser, biçer. İki mana arasında muhakeme yapar. İşte fikir bu manadadır.
Akıl, manalar âlemine açılan bir penceredir. İnsan manalar âlemini akıl ile hisseder ve bilir. Manalar de akılda yansır.
"Eğer Mâlik-i Hakikîsine satılsa ve Onun hesabına çalıştırsan, akıl öyle tılsımlı bir anahtar olur ki, şu kâinatta olan nihayetsiz rahmet hazinelerini ve hikmet definelerini açar." (Sözler, 6. Söz)
Sinekten tutun, galaksilere kadar her bir mahlûk bir rahmet hazinesi ve hikmet definesi olup, onların tümü Cenâb-ı Hakk’ın gizli hazineleri olan güzel isimlerinin tecellileridirler. İşte insan, akıl sayesinde bu tılsımlı defineleri açıyor, onlarda tecelli eden isim ve sıfatları okuyor.
"Dimağda meratib var, birbiriyle mültebis, ahkâmları muhtelif. Evvel tahayyül olur, sonra tasavvur gelir. Sonra gelir taakkul, sonra tasdik ediyor, sonra iz'an oluyor, sonra gelir iltizam, sonra itikad gelir." (Lemeât)
Tahayyül mertebesinde bildiğimiz şeylerden herhangi bir nasibimiz yoktur. Çünkü mantıkça tahayyül hüküm değildir.
Tasavvur mertebesi: Bu mertebe, tahayyül mertebesinde hayal ettiğimiz şeylere suret giydirdiğimiz bir sahadır. Bu mertebede bildiğimiz şeylerden dahi insan istifade edememektedir. Çünkü tasavvur mertebesinde bildiğimiz şeyler de mantıkça hüküm mahiyetinde değildir.
Taakkul mertebesi: Bu mertebede bir meseleyi veya bir hükmü sırf akıl ile bilme söz konusudur. Dolayısıyla bir şeyin sadece aklen bilinmesi, o şeyi yapmaya veya ondan kaçınmaya yetmemektedir. Mesela, Bir insanın namaz kılmayı bilmesi ona namaz kıldırmaz. Veya içki içmenin zararlı olduğunu bilmesi yine onu içkiden uzaklaştıramamaktadır.
Tasdik mertebesi: Bu mertebe aklın, kendisine göre doğruya ulaşma ve doğruyu bulma mertebesidir. Bu mertebede bulunmak da, insanı imtisale sevk etmez. Ama bir işin yapılmasına hüküm vermek ve onu yapmaya azmetmek için mühim bir mertebedir.
İz'an mertebesi: Bu mertebe, akıl ve kalbin ittifakıyla bir meselenin anlaşılmasıdır. İşte insan bu mertebeye geldi mi, artık doğru bildiği şeyi yapmaya ve yanlış bildiği şeylerden kaçınmaya başlar. Namaz kılmak gibi tüm ibadet ve emirlerin imtisali bu mertebede olmaktadır. İçki gibi bütün çirkin işlerin terk edilmesi de bu mertebede olmaktadır.
İnsan, önce hayal etmekle başlar. Hayalde meselenin hakikati gözükmez. Zihinden hayaller, puslu düşünceler gelir geçer. Bu hayal ve düşünceler suret giyer ve birer mefhum gibi olur.
Sonra taakkul gelir; yani akıl, bu sûretler üzerinde kendine göre bir neticeye varmaya çalışır ve bir kısmının veya tamamının doğruluğuna kail olur ki, bu, tasdiktir. O meselenin ilim hâline gelmesi için tasdik yetmez. Tasdiki iz'an takip eder. İz'anda bir kabullenme, teslim olma vardır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü