"Aktâr-ı memleketindeki ahali ve raiyyetini seyre, tenezzühe ve ziyafete davet etti.” ifadesinde; “aktar-ı memleketin ahali ve raiyyeti”nden maksat nedir?
Değerli Kardeşimiz;
Temsildeki padişah için söylenen şeyleri, aynen Cenâb-ı Hak hakkında da kullanmak bazen uygun düşmeyebilir, o takdirde bu ifadeleri mecazî manada anlamak gerekir.
Burada raiyyetin o mükemmel saraya gelişleri için üç gaye sıralanıyor: Seyir, tenezzüh (gezinti) ve ziyafete iştirak.
“Aktâr-ı memleket” denilince, temsildeki sultanın hükmettiği ülkenin her tarafı anlaşılır. Yani, o sultan, ülkesinin her tarafındaki beldelerden saraya misafirler davet etmiş oluyor. Temsili hakikate tatbik ettiğimizde, Allah’ın varlığı, ilmi, hikmeti konusunda münakaşa götürmez büyük bir delille karşılaşırız. Bu konuyu hakkiyle anlatabilsek, ne tabiatçılar, ne materyalistler, ne de evrimciler söyleyecek bir söz bulamazlar. İkna olmasalar bile mutlaka ilzam olurlar. Şöyle ki:
Nurlarda beyan edildiği gibi;
“… nasılki Vâcib-ül Vücud'un Zât-ı Akdesi, başkalara hiç bir cihette benzemez ve sıfatları mümkinatın sıfatlarından hadsiz derece yüksektir. Öyle de, onun kudsî cemali, mümkinatın ve mahlûkatın hüsünlerine benzemez, hadsiz derecede daha âlîdir.”(1)
Bu hakikatin ışığında şunu görüyoruz:
Allah’ın, insanları ve hayvanları bu kâinat sarayına, bu dünya misafirhanesine davet etme şekli, insanî sultanlarınkine hiç mi hiç benzemiyor. İnsanlar ve hayvanlar bir başka âlemden bu dünyaya gelmiyorlar. Yani, hiçbiri gökten inmiyor, yıldızlardan akıp yeryüzüne düşmüyorlar. Bütün misafirler sarayın içinden çıkıyorlar. Yeryüzü sofrasındaki nimetler topraktan çıktıkları gibi, onlarla beslenecek, onlardan istifade edecek misafirler de yine topraktan çıkıyorlar. Şu var ki, bu çıkış bitkilerde olduğu gibi doğrudan değil, dolayısıyla oluyor.
Meselâ, tavuğun yediği gıdalar doğrudan topraktan çıkıyor. Onları yiyen tavuğun içinde yumurta meydana geliyor. Bu yumurtada ondan çıkacak civcivin bütün hususiyetleri genetik program olarak yazılıyor. Daha sonra, bu yumurta belli bir ısı seviyesinde, belli bir süre kaldığında, ondan yeni bir misafir meydana geliyor. Bu misafir de aslı itibariyle topraktan çıkmıştır, ama doğrudan değil, dolayısıyla.
Aynı şey insanlar ve diğer canlılar için de geçerlidir. Şimdi bu misafirhanenin ve bu misafirlerin sahibini tanımak istemeyen insanlara şunu sormak gerekiyor:
- Önce sofralar seriliyor, ama ortada misafirden eser yok. Sonunda o sofradan faydalanacak misafirler yaratılıyor. Bunu ne ile izah edeceksiniz?
Henüz ortada olmayan misafirler, birinin ilminde olacaklar ki, o zât o misafirlere uygun sofralar hazırlatsın. Aksi halde, sofradaki gıdaların yoklukta bekleşen o misafirleri bilmeleri, tanımaları, ona göre teşekkül etmeleri gerekir.
Bu noktadan hareketle düşüncemizi yayabiliriz: Henüz göz denen şey dünyada yokken, Güneş yaratılmış; ışığı o gözlere yol gösterecek özelliklere sahip kılınmış.
Henüz mide sahibi hiçbir varlık yeryüzüne çıkmamışken, gıdalar yaratılmış.
İşitme özelliğine sahip kulaklar daha yaratılmadan, bunu temin edecek hava unsuru yaratılmış. Henüz kan yaratılmamışken, kirlenen kanı temizlemek üzere hava unsuru vazifelendirilmiş.
Misalleri çoğaltabiliriz. Sonunda şu hakikat bütün açıklığıyla kendini gösterir. Saray kimin ise misafirler de onun, sarayda serilen sofralar da. Bütün bunlar bir zaman yoktular. Ama Allah’ın ilminde hepsi mevcut idiler. Onları, hikmetinin muktezası olarak, belli bir sıra ile yokluk karanlığından kurtarıp varlık sahasına çıkardı. Önce havayı yarattı, sonra ciğerleri. Önce otları yarattı, sonra otla beslenen hayvanları. Önce atı yarattı sonra ona binecek ve onu sürecek insanı. Bunların hiçbiri ne tesadüfle açıklanabilir, ne evrimle, ne tabiatla...
(1) bk. Şualar, Dördüncü Şua.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü