"Amel-i Salih", "İhlas", "Takva" münasebeti nasıldır?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

“İyi, güzel ve faydalı iş. Allah’ın rızasına uygun amel.”

“Asra yemin olsun ki, hiç şüphesiz insan hüsrandadır. Ancak, iman edip, salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” (Asr Sûresi, 1-3)

Kur’ân-ı Kerimde, imandan sonra hemen amel-i salihin zikredildiği pek çok âyet vardır. Bu bir irşattır, bir dikkat çekmedir. Allah’a iman eden bir insanın, bu imanını, kulluk şuuruyla ve ibadet hayatıyla desteklemesi gerektiğini ikazdır.

İmanla salih amelin birlikte zikredildiği bir başka âyet:

“İman eden ve salih amel işleyen mü’minleri müjdele ki, altından nehirler akan cennetler onlarındır.” (Bakara Suresi, 25)

Âyet-i kerimede sadece amel denilmeyip, salih amel buyurulması dikkate şayandır.

Kaidesine uygun olmayan bir işçilik salih değildir; ortaya konulan eserin çürüme, bozulma, yıkılma ihtimali çok yüksektir.

Misalleri çoğaltabiliriz.

Salih amel denilince öncelikle, başta namaz olmak üzere, İlâhî emirlerin yerine getirilmesi, ibadet edilmesi hatıra gelir. Yasaklardan sakınmak da bir yönüyle salih ameldir.

“Hem, takva içinde bir nevi amel-i salih var. Çünkü bir haramın terki vaciptir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var.” (Kastamonu Lahikası)

Dünya işlerinde böyle olduğu gibi, ibadetlerde de amelin salih olması büyük ehemmiyet taşır.

Amelin salih olmasının en mühim şartı, ihlâstır, yani o işten ve o ibadetten sadece Allah rızasının beklenmesi, başka bir gaye gözetilmemesidir.

Nur Müellifi, salih amelin ruhunun ihlâs olduğunu beyan etmekle ihlâs şartından yoksun amelleri heykellere benzetmiş oluyor.

Şu var ki, salih amel için, ruh yanında bedenin de ayrı bir önemi vardır. İhlâs ile yapılan ibadetlerde, şekil şartı beden vazifesi görür.

Akşam namazının farzının dört rekât kılınması halinde, şekil yönünden, amel batıl olur.

Şekil şartının yerine getirildiği ibadetlerde, kişi sorumluluktan kurtulabilir. Ancak o ibadetten alacağı feyz ve onunla kazanacağı manevî kemal, amelin ruhu olan ihlâs nispetindedir.

İhlas: Bir işi safi ve katıksız olarak sırf Allah için yapmaktır. Öyle ise herhangi bir menfaati amellere sızdırmak ya da isnat yapmak, ihlasa münafidir. Böyle bir durum ameli iptal eder. İbadetin ruhu ise ihlastır.

Meselâ; insanlar arasında şöhret kazanmak için dini alet etmek hem ihlasa hem de bu ayetin hükmüne zıt bir durumdur. Yine dini ticarete vasıta yapmak da aynı şekilde ihlasa zıttır.

Takva, günahlardan kaçınmaktır, bu da bir ibadettir. İbadetin içinde Allah'ın yapın dediği şeyler olduğu gibi, yapmayın dediği yasaklar da yer almaktadır. Yani Allah'tan korktuğu ve O yapma dediği için yapılan her şey ibadet olur.

Hem salih amel ve hem de takvayı ibadet olarak ifade edebiliriz. Üstadımız takvanın ilk adımından, en nihai ve ehassı havassa ait olan mertebeleri gösteriyor.

Takvanın birinci basamağı, farzları yapıp büyük günahları işlememektir. Zaten bir müminde olması gereken bir haldir. Büyük günahlardan kaçınmayı alışkanlık haline getiren, zamanla küçük günahlara da kolaylıkla sırt çevirebilir. Takva yolunda yavaş yavaş mertebe katedebilir. Dolayısı ile farzları yapmakla, salih amelleri işlemeyi alışkanlık haline getirmek hedeflenirken; büyük günahlardan kaçınmak sayesinde de zamanla küçük günahlardan uzaklaşmayı alışkanlık haline getirmeyi gaye edinir. Ancak bu merhale bir anda olmaz. Bunun için de ümitsizliğe girmeden takva yolunda mesefe alamaya devam etmelidir.

Salih Amel: Allah rızasını kazanmak için yapılan her türlü hayırlı amel ve fiil demektir. Maddî veya manevî hukuk-u ibâdı ifâ etmektir.

Üstadımız; "Böyle kebair-i azime içinde amel-i salihin ihlasla muvaffakiyeti pek azdır" cümlesiyle, amel-i salihin ihlaslı yapılmasının zor olacağının hükmünü büyük günahların açıktan ve rahatlıkla işlendiği zamanla kayıtlamıştır.

Evet, takva ve amel-i salih, bulunduğu zamanın ve dönemin şartlarına göre ehemmiyet kazanır. Şayet zaman ve zemin, İslam’ın hükmü altında, umumi olarak farzlar yaşanıyor ve ekser insanlar ehl-i takva ise, amel-i salih daha ehemmiyet arz eder. Çünkü rahatlıkla günahları işlemeye fazla müsait zemin yoktur. Ama zaman ve zemin, İslam’ın hükmü altında değilse, farzlar terk edilip, günahlar sel gibi akıyorsa, burada ehemmiyet ve üstünlük takvaya geçer.

Bu zamanda ise şartlar ve zemin, takvayı amel-i salihe üstün kılmıştır.

Üstad bu konuyu şu şekilde izah ediyor:

"Bugünlerde Kur'an-ı Hakîm'in nazarında, imandan sonra en ziyade esas tutulan takvâ ve amel-i sâlih esaslarını düşündüm. Takvâ, menhiyyattan ve günahlardan ictinab etmek ve amel-i sâlih, emir dâiresinde hareket ve hayrat kazanmaktır. Her zaman def-i şer, celb-i nef'arâcih olmakla beraber, bu tahribat ve sefahet ve cazibedârhevesat zamanında bu takvâ olan, def-i mefasid ve terk-i kebâirüss-ül esas olup, büyük bir rüchaniyyetkesbetmiş. Bu zamanda tahribat ve menfi cereyan dehşetlendiği için, takvâ, bu tahribata karşı en büyük esastır. Farzlarını yapan, kebireleri işlemiyen kurtulur. Böyle kebâir-i azime içinde amel-i sâlihin ihlasla muvaffakiyyeti pek azdır. Hem az bir amel-i sâlih bu ağır şerait içinde çok hükmündedir."

"Hem takvâ içinde bir nevi amel-i sâlih var. Çünkü, bir haramın terki vacibdir. Bir vacibi işlemek, çok sünnetlere mukabil sevabı var. Takva; böyle zamanlarda, binler günahın tehacümünde bir tek ictinab, az bir amelle, yüzler günah terkinde, yüzer vacib işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta; niyetiyle, takvâ namıyla ve günahtan kaçınmak kasdıylamenfîibâdetten gelen ehemmiyetli a'mâl-i sâlihadır..."(1)

Ahir zamanda ise, insanların ekserisi farzları terk etmiş, günahlara dalmış. Böylebir zamanda ve ağır şartlarda, salih amelleri yapmak, namazları huşu ile eda etmek çok zor hale gelmiş. Vaziyet böyle olunca, bu zamanda yaşayan insanların, takvayı esas tutması zaruri hale gelmiştir. Zaten, Üstad Hazretleri takva içinde de bir çeşit salih amelin olduğunu ifade ediyor. Zira bir günahı terk eden adam, vacib sevabı alır. Bir milyon nafile amel ise, bir vacibe yetişmez. Öyle ise bu zamanda takvaya sarılmak, birinci ve en mühim vazife oluyor.

Salih amel geniş ve mutlak bir kavram olmasından dolayı, bazen cihat, bazen sadaka, bazen güler yüz, bazen de yoldan zarar verici taşı atmak suretinde tecelli eder.

(1) bk. Kastamonu Lâhikası, 103. Mektup.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...