"Bazı eblehler var ki, güneşi tanımadıkları için, bir âyinede güneşi görse, âyineyi sevmeye başlar." Bağlandığımız fâni şeyler de bu tarife girer mi?
Değerli Kardeşimiz;
"Bazı eblehler var ki, güneşi tanımadıkları için, bir ayinede güneşi görse, ayineyi sevmeye başlar. Şedit bir hisle onun muhafazasına çalışır, tâ ki içindeki güneşi kaybolmasın. Ne vakit o ebleh, güneş, âyinenin ölmesiyle ölmediğini ve kırılmasıyla fenâ bulmadığını derk etse, bütün muhabbetini gökteki güneşe çevirir." (Lem'alar, On Yedinci Lem'a On Dördüncü Nota.)
Allah için olmayan her türlü sevgi, aynaya olan muhabbet gibidir. Oysa Güneş olmadan ayna bir hiçtir. Öyle ise aynada sevip değer verdiğimiz ne varsa hepsi güneşe aittir. Güneşe ait hususiyetleri aynadan bilmek akıl kârı değildir.
Aynada görünen ışık, parlaklık, ısı ve renkler bir tek Güneş'ten gelmektedir. Güneş'in bir zatı var, bir de aynalardaki tecellileri. Cenab-ı Hakk’ın da isim ve sıfatlarının, bir kendi hakikatleri var, bir de bunların mahlukat aynalarındaki tecellileri.
Her mahluk, Hâlık isminin bir tecellisidir, her hayat Muhyi isminin bir tecellisidir, her ölüm Mümit isminin bir tecellisidir. Yani bu isimler, o varlıklarda yahut hadiselerde kendini gösterir, tanıttırırlar.
Aynı şekilde kâinatta sevip değer verdiğimiz bütün güzelliklerin ve mükemmelliklerin hepsi Allah’ın sonsuz cemal ve kemalinden gelen cüzi birer tecellilerdir.
Yeryüzünde parlak ve şeffaf şeyler üstünde görülen küçük ışık huzmeleri, güneşi nasıl gösteriyorsa, kâinattaki bütün güzellikler ve mükemmellikler de Allah’ın varlığını, birliğini ve sıfatlarının sonsuzluğunu ilan ediyorlar. Mükemmel fiil mükemmel isme, mükemmel isim mükemmel sıfata, mükemmel sıfat da mutlak kemalde olan ezelî ve ebedî bir Zat'a işaret ediyor.
Varlık âlemini Allah’ın (c.c) hesabına sevmek lazımdır. Bunun da tek yolu, o bağlandığımız ve meftun olduğumuz şeylerin fâni yüzlerini görmek, böylece batıp giden, yok olmaya mahkûm olan şeylere gönül bağlamamaktır.
Bu sebeple Hz. İbrahim (as) gibi; “Ben batanları, kaybolup gidenleri sevmem...” (bk. En’am, 6/76) demeli ve gönlümüzü Rabbimize tevcih etmeliyiz.
Üstad'ımız Dördüncü Şua'da hakikat güneşine mâni olan perdelerin kalkması için bize şöyle yol gösteriyor:
"Bendeki aşk-ı beka, bendeki bekàya değil, belki sebepsiz ve bizzat mahbub olan kemal-i mutlak sahibi Zat-ı Zülkemalin ve Zülcemalin bir isminin bir cilvesinin mahiyetimde bir gölgesi bulunduğundan, fıtratımda o Kâmil-i Mutlakın varlığına ve kemaline ve bekasına müteveccih olan muhabbet-i fıtriye, gaflet yüzünden yolunu şaşırmış, gölgeye yapışmış, âyinenin bekasına âşık olmuştu. حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ geldi, perdeyi kaldırdı." (Şualar, Dördüncü Şua.)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü