BEDİÜZZAMAN VE NUR TALEBELERİYLE, PARALEL YAPI (FETÖ) ARASINDAKİ DERİN FARKLAR
Değerli Kardeşimiz;
1. GAYE VE MAKSAT
Bediüzzaman ve hakiki Nur Talebeleri, Risale-i Nur ve hizmet-i imaniye ve Kur'ân'iyelerini asla dünyevi uhrevî fayda ve menfaatleri için kullanmadılar, belli bir hedefe ulaşmak için basamak yapmadılar. Fakat önceleri Risale-i Nur’la meydana çıkan, kendini dinî bir cemaat gibi gösteren hain yapı, Risale-i Nur’daki kudsî kuvvetten faydalanmış ve onu basamak yaparak hedeflerine ulaşmaya çalışmıştır. 17-25 Aralık 2013 paralel darbe girişimleri ve 15 Temmuz 2016 terörist darbe girişimi göstermiştir ki, bunlar cemaat değil terör örgütüdür, bunlarla doğrudan bağı olanlar da bugün terörist durumundadır.
- Risale-i Nur ve hizmet-i imaniye ve Kur'ân'iyenin rıza-yı İlâhiden başka hiçbir hedefe alet edilemeyeceği hususunda Bediüzzaman Hazretleri neler söylüyor?
“Bu zamanda ehl-i iman öyle bir hakikate muhtaçtırlar ki, kâinatta hiçbir şeye alet ve tâbi ve basamak olamaz ve hiçbir garaz ve maksat onu kirletemez ve hiçbir şüphe ve felsefe onu mağlûp edemez bir tarzda iman hakikatlerini ders versin. Umum ehl-i imanın bin seneden beri teraküm etmiş dalâletlerin hücumuna karşı imanları muhafaza edilsin.”
“İşte bu nokta içindir ki, dahilî ve haricî yardımcılara ve ehemmiyetli kuvvetlerine, Risale-i Nur ehemmiyet vermiyor, onları arayıp tâbi olmuyor -tâ avâm-ı ehl-i imanın nazarında, hayat-ı dünyeviyenin bazı gayelerine basamak olmasın ve doğrudan doğruya hayat-ı bâkiyeden başka hiçbir şeye alet olmadığından, fevkalâde kuvveti ve hakikati, hücum eden şüpheleri ve tereddütleri izale eylesin.” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 76)
“Risale-i Nur dünya işlerine alet olamaz, dünya işlerine siper edilmez. Çünkü ehemmiyetli bir ibadet-i tefekküriye olduğu cihetle, dünyevî maksatlar onunla kasten istenilmez. İstenilse, ihlâs kırılır, o ehemmiyetli ibadet şekli değişir. Yani, çocuklar gibi, döğüştükleri vakit Kur'ân'ı başına siper eder. Başına gelen zarar Kur'ân'a geldiği gibi, Risale-i Nur, böyle muannid hasımlara karşı siper istimal edilmemeli.” (Kastamonu Lâhikası, s. 249)
2. ŞAHS-I MÂNEVÎ
F. Gülen grubunda ipler bir adamın elinde, bütün muvaffakiyetin sebebi olarak gösterilen yine bir adam, yüksek makamların sahibi vs. bütün tâbî ve takipçileri akıllarını onun cebine koymuşlar âdeta. Bediüzzaman Hazretleri ise kendi şahsını şiddetle geri plana çekerken sürekli şahs-ı mâneviyi, Risale-i Nur’u nazara veriyor; ezcümle
- Risale-i Nur hizmet-i imaniyesi şahıs merkezli değil şahs-ı mânevî merkezlidir, kitap odaklıdır. Bu manayı açıklayabilir misiniz?
“Şu zaman cemaat zamanıdır, şahıs zamanı değil. Şahıs ne kadar dâhi ve hattâ yüz dahi derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevîsini temsil etmezse, muhalif bir cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı mağlûptur.” (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Yedinci Kısım)
“Bu zaman cemaat zamanıdır. Ehemmiyet ve kıymet, şahs-ı manevîye göre olur. Maddî ve ferdî ve fâni şahsın mahiyeti nazara alınmamalı. Hususan benim gibi bir biçarenin kıymetinden bin derece ziyade ehemmiyet vermekle, bir batmanı kaldırmayan zayıf omuzuna binler batman ağırlığı yüklense, altında ezilir.” (Kastamonu Lâhikası, s. 11)
“Bâki bir hakikat, fâni şahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse, hakikate zulümdür. Her cihetle kemalde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye ve çürütülmeye mâruz ve müptelâ şahsiyetlerle bağlanmaz; bağlansa, vazifeye ehemmiyetli zarardır.” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 73)
3. MÜSBET HAREKET
Dinî cemaat görünümündeki yapı, milletin paralarıyla kurulan Zaman Gazetesi, Samanyolu TV gibi müesseseleri milletin aleyhine tetikçi olarak kullandı, MİT tırlarını durdurarak Türkiye’yi dünya kamuoyunda küçük düşürmeye çalıştı, devletin üst idarecilerinin telefonlarını dinlemeye aldı, 17-25 Aralık 2013 ihanetleri, 15 Temmuz 2016 hıyanetleri ile toplumu kaosa, iç savaşa kadar götürecek terörist faaliyetlere imza attı. Hâlbuki Bediüzzaman Hazretlerinin talebelerine ısrarla ve şiddetle tavsiye ettiği değişmez prensibimiz, olmazsa olmaz düsturumuz, hizmet binasının kolonu mahiyetinde olan “müsbet hareket” dediğimiz mühim bir esas var ki, bu yapı buna yüzlerce defa ihanet etti.
- Nedir bu müsbet hareket?
“Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.” (Emirdağ Lâhikası-II, s.249)
“... müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim.”
“Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım.” (bk. age.)
“Ve cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, ‘Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenab-ı Hakka âittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.’"
“Ben de Celâleddin Harzemşah gibi, ‘Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenab-ı Hakkın vazifesidir.’ deyip ihlâs ile hareket etmeyi Kur'ân'dan ders almışım.”
“Haricî tecavüze karşı kuvvetle mukabele edilir. Çünkü düşmanın malı, çoluk çocuğu ganimet hükmüne geçer. Dahilde ise öyle değildir. Dâhildeki hareket, müsbet bir şekilde mânevî tahribata karşı mânevî, ihlâs sırrıyla hareket etmektir. Hariçteki cihad başka, dahildeki cihad başkadır. Şimdi milyonlar hakikî talebeleri Cenab-ı Hak bana vermiş. Biz bütün kuvvetimizle dahilde ancak âsâyişi muhafaza için müsbet hareket edeceğiz. Bu zamanda dahil ve hariçteki cihad-ı mâneviyedeki fark pek azîmdir.” (bk. age.)
4. SİYASET
Risale-i Nur Talebelerinin en bilinen özelliklerin birinin siyasete karşı mesafeli durmaları, hatta şeytandan kaçar gibi siyasetten kaçmalarıdır. Buna rağmen bu yapı (PDY/FETÖ) siyasete girmekle kalmadı, dizayn etmeye çalıştı, partilerin içini oyma girişimlerinde bulundu.
- Biz Nur Talebelerinin siyasete bakış açısını izah eder misiniz?
“Kur'ân-ı Hakîmin hizmeti, beni şiddetli bir surette siyaset âleminden men etti. Hatta düşünmesini de bana unutturdu.” (Mektubat, On Üçüncü Mektup, s. 53)
“Yeni Said niçin bu kadar şiddetle siyasetten tecennüb ediyor?”
“Elcevap: Milyarlar seneden ziyade olan hayat-ı ebediyeye çalışmasını ve kazanmasını, meşkûk bir iki sene hayat-ı dünyeviyeye lüzumsuz, fuzulî bir surette karışmayla feda etmemek için; hem en mühim, en lüzumlu, en saf ve en hakikatli olan hizmet-i iman ve Kur'ân için şiddetle siyasetten kaçıyor.” (Mektubat, On Altıncı Mektup, s. 69)
“Bu zamanda, ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve bâki elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında, o hizmet-i imaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbi veya âlet telâkki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun nazarında tenzil etmek endişesiyle, Kur'ân-ı Hakîmin hizmeti, bize kat'î bir surette siyaseti yasak etmiş.” (Kastamonu Lâhikası, s. 123)
“...Hem fırtınalı bir zamanda sağlam hizmet edilmez. Onun için, o ciheti bırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan, imana hizmet cihetini tercih ettim.” (Mektubat, On Altıncı Mektup, s. 70)
“...Eğer yüz elimiz de olsa ancak nura kâfi gelir. Topuzu tutacak elimiz yok.”(Lem’alar, On Altıncı Lem’a, s. 124)
“Nur şakirtleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünkü iman, mâl-ı umumîdir. Her taifede muhtaçları ve sahipleri vardır. Tarafgirlik giremez...” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 189)
5. ASAYİŞ
Nur Talebeleri asayişin muhafızlarıdır, lâkin her nasılsa, aralarında geceyle gündüz gibi çok azim ve derin farklar olan, Nur talebeleriyle karıştırılan paralel yapı, Fetullahçı Terör Örgütü, asayişin dinamiti gibi.
- Bediüzzaman Hazretleri asayiş hususunda neler söylüyor?
“Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir...” (Emirdağ Lâhikası-II, s. 249)
“Binler haysiyet ve şerefimi bu vatandaki bîçarelerin istirahatına ve onlardan belâların def’ine feda etmek için bana bir halet-i ruhiyeyi ihsan eylemiş ki; ben de, onların yaptığı ve niyetinde bulundukları tahkirat ve ihanetlere karşı tahammüle karar vermişim. Bu milletin asayişine, hususan masum çocukların ve muhterem ihtiyarların ve bîçare hastaların ve fakirlerin dünyevî istirahatlarına ve uhrevî saadetlerine binler hayatımı ve binler şerefimi feda etmeye hazırım.” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 31)
“Bu vatanın ve bu milletin hayat-ı içtimaiyesi bu acip zamanda anarşilikten kurtulmak için beş esas lâzım ve zaruridir: Hürmet, merhamet, haramdan çekinmek, emniyet, serseriliği bırakıp itaat etmektir. Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyeye baktığı zaman, bu beş esası kuvvetli ve kudsî bir surette tesbit ve tahkim ederek, âsâyişin temel taşını muhafaza ettiğine delil ise, bu yirmi sene zarfında Risale-i Nur'un, yüz bin adamı vatan ve millete zararsız birer uzv-u nâfi haline getirmesidir.” (Şualar, On Dördüncü Şuâ, 354)
“Emniyet müdürü hesabına beni konuşturan bir polise, 'Eğer bin müddeiumumî ve bin emniyet müdürü kadar bu memlekette emniyet-i umumiyeye hizmet etmemişsem -üç defa- Allah beni kahretsin.' dedim.” (Lem’alar, Yirmi Altıncı Lem’a, s. 314)
6. MEŞVERET
Nur Talebeleri, bir kişinin emir ve arzularına kayıtsız şartsız itaat etmek gibi insan fıtratına aykırı zelilâne bir sukuta asla düşmezler; Kur’an ve Sünnet mihengine göre, hikmet ve hakikatin terazisi gereğince, Risale-i Nur meslek ve meşrep esas ve kaidelerinin istikametinde alınan meşveret kararları mucibince hareket etmeyi kendilerine rehber edinmişlerdir.
- Meşveretin ehemmiyetiyle alakalı açıklama yapabilir misiniz?
“Bundan sonra her meselemizde emir, Risale-i Nur'un şahs-ı mânevîsini temsil eden has şakirtlerin ve sizlerindir. Benim de şimdi bir reyim var.” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 233)
“Hakikî, samimî bir ittifakta herbir fert, sair kardeşlerin gözüyle de bakabilir ve kulaklarıyla da işitebilir. Güya on hakikî müttehid adamın herbiri yirmi gözle bakıyor, on akılla düşünüyor, yirmi kulakla işitiyor, yirmi elle çalışıyor bir tarzda mânevî kıymeti ve kuvvetleri vardır.” (Lem’alar, Yirmi Birinci Lem’a, s. 195)
“Müslümanların hayat-ı içtimaiye-i İslâmiyedeki saadetlerinin anahtarı, meşveret-i şer’iyedir. ["Onların aralarındaki işleri, istişare iledir." (Şûrâ, 42/38)] âyet-i kerimesi, şûrayı esas olarak emrediyor.” (Hutbe-i Şâmiye, Altıncı Kelime, s. 59)
7. METOD
Bediüzzaman ve Nur Talebelerinin hizmet-i imaniyeleri Risale-i Nur merkezlidir. Nurlar, iman hakikatlerinin müdellel ve ispatlı bir şekilde ayât-ı Kur’ân’iyenin tefsir edildiği hakaik-i imaniye, Risale-i Nur’un müdafaaları ve hizmet prensiplerinin izah edildiği lâhikalardan müteşekkildir. Malum grup, özellikle Risale-i Nur metod ve hizmet düsturlarını içine alan müdafaa ve lâhikaları yok sayacak derecede hareket etmiştir.
- İçine düştükleri durumun sebeplerinden biri de bu (Risale-i Nurların müdafaa ve lahikalarını yok sayma) olabilir mi?
“Risale-i Nur'un telifi ve neşriyle beraber bu lâhika mektuplarının zuhuru, devamı ve neşri, bizzat Muhterem Müellifi tarafından yapılması ve tensip edilmesi ve müteaddit mektuplarda da bu lâhikaların kıymetini ifade buyurmaları ve nazara vermeleri, herhalde bu lâhikaların ehemmiyetini tebarüze kâfidir.”
“Evet, Risale-i Nur'un telifi, zuhuru ve neşriyle beraber hizmet-i Nuriyenin ve ders-i Kur'âniyenin tâliminde ve ifasında ve meslek-i Nuriyenin taallümünde ve uzun bir zamandaki hizmetin devamında vâki olacak binler ahval ve hücuma mâruz talebelerin, cereyanlar karşısında sebat, metanet ve ihlâsla hareketlerinde onlara yol gösterecek, hizmet-i Kur'âniyenin inkişafında suhulete medar olacak ikaz ve ihtarlara elbette ihtiyaç zarurîdir, kat'îdir, bedihîdir.”
“İşte Hazret-i Üstad’ın bu gibi şüphe götürmez hakikatlere ve meselelere isabetle parmak basıp dikkati çekmesi, talebelerini ikazda bulunması, elbette bu hizmet-i kudsiyenin ehemmiyeti iktizasındandır.” (Barla Lâhikası, s. 6)
8. VATANI TERK ETMEMEK
Bediüzzaman Hazretleri yaşadığı onca olumsuzluğa, şiddetli zulümlere maruz kaldığı halde vatanını terk etmedi, tedavi-hastalık bahanesiyle Amerika’ya kaçmadı; bunla alakalı neler söylenebilir?
“Biz, imanı kurtarmak ve Kur'ân'a hizmet için, Mekke'de olsam da buraya gelmek lâzımdı. Çünkü, en ziyade burada ihtiyaç var. Binler ruhum olsa, binler hastalıklara müptelâ olsam ve zahmetler çeksem, yine bu milletin imanına ve saadetine hizmet için burada kalmaya Kur'ân'dan aldığım dersle karar verdim ve vermişiz.” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 194)
9. ŞERİAT MİHENGİ
Biz bir adamın sözlerinin ve hareketlerinin doğru olup olmadığını şeriat mihengine vurarak öğrenebiliriz. Bu FETÖ denilen yapıya baktığımızda bu manada elle tutulur bir yanı yok; tesettüre füruat denilerek bir farzın hafife alınması, deşifre olmamak için namazın ima ile kılınması veya terk edilmesi, hatta içki bile içilebilmesi, faizli bankalardan kredi çekilmesi için insanların haram bataklığına sürüklenmeleri vs. yaptıkları elim hatalardan bazıları.
- Bediüzzaman Hazretlerinin hayatında ve Nurlarda şeriat-ı Kur’ân’iyenin içini boşaltmak, dinden lüzum olduğunda taviz vermek gibi bir durum, bir fetva var mı?
“Rusun Başkumandanı kasten önünden üç defa geçtiği halde ayağa kalkmayan ve tenezzül etmeyen ve onun idam tehdidine karşı izzet-i İslâmiyeyi muhafaza için ona başını eğmeyen; İstanbul'u istilâ eden İngiliz Başkumandanına ve onun vasıtasıyla fetva verenlere karşı, İslâmiyet şerefi için, idam tehdidine beş para ehemmiyet vermeyen ve ‘Tükürün zâlimlerin o hayâsız yüzüne!’ cümlesiyle ve matbuat lisanıyla karşılayan; ve Mustafa Kemal'in elli mebus içinde hiddetine ehemmiyet vermeyip, ‘Namaz kılmayan haindir.’ diyen; ve Divan-ı Harb-i Örfî'nin dehşetli suallerine karşı, ‘Şeriatın tek bir meselesine ruhumu feda etmeye hazırım.’ deyip dalkavukluk etmeyen; ve yirmi sekiz sene, gâvurlara benzememek için inzivayı ihtiyar eden bir İslâm fedaisi ve hakikat-ı Kur'âniyenin fedakâr hizmetkârına maslahatsız, kanunsuz denilse ki, ‘Sen Yahudi ve Hıristiyan papazlarına benzeyeceksin, onlar gibi başına şapka giyeceksin, bütün İslâm ulemasının icmaına muhalefet edeceksin; yoksa ceza vereceğiz.’" denilse, elbette öyle herşeyini hakikat-i Kur'âniyeye feda eden bir adam, değil dünyevî hapis veya ceza ve işkence, belki parça parça bıçakla kesilse, Cehenneme de atılsa, kat'iyen; yüz ruhu da olsa, bütün tarihçe-i hayatının şehadetiyle, feda edecek...” (Emirdağ Lâhikası-II, Haşiye, s.165)
10. SIDK
FETÖ denilen yapıda yalan, hile, aldatma, kumpas, şantaj gibi ne kadar alçak sıfatlar varsa mevcut; hâlbuki Nur Talebelerinin, Üstatlarından aldıkları dersle imanın ruhunun sıdk olduğunun şuuruyla yalana hileye revaç vermeyen, rağbet etmeyen istikametli bir hayat yaşamaya çalıştıklarını biliyoruz.
- Bu meseleler Nurlarda nasıl ele alınıyor?
“Bütün hayatımda ‘en menfaatli ve en iyi hile, hilesizlik olduğu’ düstur olduğundan, bütün müdafaatımda hak ve hakikat ve sıdk ve doğruluk esasını takip ettim.” (Tarihçe-i Hayat, Eskişehir Hayatı)
“Sıdk, İslâmiyet'in üssü'l-esasıdır ve ulvî seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır. Öyleyse, hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihya edip onunla mânevî hastalıklarımızı tedâvi etmeliyiz.” (Hutbe-i Şâmiye)
“Sıdk ve doğruluk İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir. Riyakârlık, fiilî bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise, Sâni-i Zülcelâlin kudretine iftira etmektir.” (bk. age.)
“Necat yalnız sıdkla, doğrulukla olur. Urvetü'l-vuska sıdktır. Yani, en muhkem ve onunla bağlanacak zincir, doğruluktur. Amma maslahat için kizb ise, zaman onu neshetmiş.” (bk. age.)
“Küfür, bütün envâıyla kizbdir, yalancılıktır. İman sıdktır, doğruluktur. Bu sırra binaen, kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; Şark ve Garp kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek lâzım. Halbuki, gaddar siyaset ve zâlim propaganda birbirine karıştırmış, beşerin kemâlâtını da karıştırmış.” (bk. age.)
11. TEVAZU
Risale-i Nur meslek ve meşrebi, tevazu ve mahviyet üzerine kuruludur, hakikatte din de bunu emretmektedir; “Ben Allah’ın kölesiyim.” diyen bir Peygamber (asm)’in ümmetiyiz. Buna rağmen her vesileyle “Kâinat İmamı” diye takdim edilmeler, her perşembe Peygamber (asm) ile görüştüğü yönünde pohpoflamalar, mesele daha da ileri götürülerek Allah’ın bu zat hürmetine kâinatın ömrünü devam ettirdiği şeklinde hezeyanlar savurmalar, son derece gayr-ı fıtrî ve Risale-i Nur meslek ve meşrebiyle asla bağdaşmayan bir durum.
- Bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz?
“İnsanda büyüklüğün mikyası küçüklüktür, yani tevazudur. Küçüklüğün mizanı büyüklüktür, yani tekebbürdür.” (Mektubat, Hakikat Çekirdekleri: 93)
“Meziyetin varsa, hafâ turabında kalsın; tâ neşv ü nema bulsun.” (Sözler, Lemeât)
“Said, tam toprak gibi mahviyet ve terk-i enaniyet ve tevazu-u mutlakta bulunmak şarttır; tâ ki Risaletü'n-Nur'u bulandırmasın, tesirini kırmasın.”(Kastamonu Lâhikası, s. 23)
“Haddimden fazla fevkalade hüsn-ü zan ile müfritane ali makam vermek yerine, fevkalade sadakat ve sebat ve müfritane irtibat ve ihlas lazımdır; onda terakki etmeliyiz.” (Emirdağ Lâhikası-I, s. 76)
“Ey fahre meftun, şöhrete müptelâ, medhe düşkün, hodbinlikte bîhemtâ, sersem nefsim!”
“Eğer binler meyve veren incirin menşei olan küçücük bir çekirdeği ve yüz salkım ona takılan üzümün siyah kurucuk çubuğu, bütün o meyveleri, o salkımları kendi hünerleri olduğu ve onlardan istifade edenler o çubuğa, o çekirdeğe medih ve hürmet etmek lâzım olduğu hak bir dâvâ ise, senin dahi sana yüklenen nimetler için fahre, gurura belki bir hakkın var.” (Sözler, On Sekizinci Söz)
12. BEDDUA
Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur mesleğinin esaslarından birinin şefkat olduğunu ifade ediyor, bu da insanlığın kurtuluşu için fiilî-kavlî duayı ve bu istikamet üzere çalışmayı gerekli kılıyor. Lâkin malum yapının başındaki isim, beddua ve lanetleşme ile gündeme gelerek toplumu infiale sevk etti; hatta okullarda, dersanelerde beddua seansları yapıldı.
- Risale-i Nur müellifi Hz. Üstadımızın hayatında beddua var mıydı?
“Madem ki nur-u hakikat, imana muhtaç gönüllerde tesirini yapıyor; bir Said değil, bin Said fedâ olsun. Yirmi sekiz sene çektiğim ezâ ve cefalar ve mâruz kaldığım işkenceler ve katlandığım musibetler hep helâl olsun. Bana zulmedenlere, beni kasaba kasaba dolaştıranlara, hakaret edenlere, türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlere, zindanlarda bana yer hazırlayanlara, hepsine hakkımı helâl ettim.” (Tarihçe-i Hayat, Konuşan Yalnız Hakikattir)
“Bir zaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raksediyorlardı. Birden, mânevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar kat'î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler. Geldiler, sordular. Ben dedim: ‘Şimdi beni kendi halime bırakınız, gidiniz.’" (Şualar, On Birinci Şuâ, s.197)
“Mübarek taife-i nisâiye, fıtraten yüksek ahlâka menşe olduğu gibi, fısk ve sefahette dünya zevki için kabiliyetleri yok hükmündedir. Demek onlar daire-i terbiye-i İslâmiye içinde mes'ut bir aile hayatını geçirmeye mahsus bir nevi mübarek mahlûkturlar. Bu mübarekleri ifsad eden komiteler kahrolsunlar! Allah, bu hemşirelerimi de bu serserilerin şerlerinden muhafaza eylesin. Âmin.” (Lem’alar, Yirmi Dördüncü Lem’a)
13. GİZLİLİK
Nur Talebeleri ve yaptıkları hizmetlerde asla gizlilik yoktur, her şey ayan beyan şekilde takip edilebilir. Lakin bu yapının etrafı yıllarca kalın duvarlarla örtülmeye çalışıldı...
- Bu gizliliğin sebebi, içlerinde dine ve kanunlara aykırı örgütlenmeler olduğundan mıdır?
“Öyle zâlimlerin kılıçlarına dayanmak, hakkaniyet-i Kur'ânîye elbette tenezzül etmez. Ve milyonlarla mâsumların kanıyla yoğrulmuş bir kuvvet yerine, Hâlık-ı Kâinatın kudret ve rahmetine dayanmak, ehl-i Kur'ân'a farz ve vaciptir.” (Kastamonu Lâhikası, s. 194)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü