"Bir eserde kemal, o eserin menşe ve mebdei olan fiilin kemaline delalet eder..." Devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"• Bir eserde kemal, o eserin menşe ve mebdei olan fiilin kemaline delalet eder.
• Fiilin kemali ise, ismin kemaline,
• ve ismin kemali, sıfatın kemaline,
• ve sıfatın kemali, şe’n-i zâtînin kemaline,
• ve şe’nin kemali, o zât-ı zîşuûnun kemaline, hadsen ve zarureten ve bedaheten delalet eder."(1)
Önce, “zat, şuûnat, sıfat, ef’al, esma” mefhumları hakkında kısa bir açıklama yapalım.
Zat: Allah, Vacibü’l-Vücud’dur. Yani, Zat’ının varlığı vacibdir, olmaması muhaldir. Kadim ve bakidir. Zamandan ve mekândan münezzehtir.
Şuûnat: Şe’nin çoğuludur. Şe’n kelimesi insanlar için kullanıldığında kabiliyet manasını ifade eder. Ancak, Cenab-ı Hak için kabiliyet ifadesi kullanılamaz, Zat’ının şuûnatından bahsedilir. Mesela, rububiyet, Allah’ın şuûnatındandır. Yani, Allah’ın terbiye ediciliği vardır. Hiçbir mahluk yaratılmadan da yine Allah’ın terbiye ediciliği vardı. Keza, rezzakiyet, hâkimiyet, müdebbiriyet,.. de şuûn-u İlâhiyedendirler.
Nur Külliyatı’nda şuûnatın bir başka kullanılışı da “lezzet-i mukaddese, memnuniyet-i mukaddese, ferah-ı mukaddes,..” şeklinde nazara verilir.
Zat’tan sonra şuûnatın zikredilmesi, ilahi sıfatları bu şuûnatın icraata sevk ettikleri cihetiyledir.
Üstadımız, On Birinci Söz’de hayatın mahiyetini açıklarken “şuûn ve sıfat-ı İlâniyenin bir mikyası” ifadesini kullanır. Bu ifadenin ışığında bu konuya insanların icraatından şöyle bir misal verebiliriz:
İnsan bir fakiri gördüğünde içinde bir acıma ve yardım etme duygusu uyanır. Bu bir şe’ndir. Sonra ona yardım etmeye karar verir. Bu karar irade sıfatından gelir. Daha sonra kudretini bu yardıma yönlendirir ve o fakirin isteğini yerine getirir. Demek oluyor ki, irade ve kudret sıfatlarını harekete geçiren ruhtaki bu yardım etme ve acıma duygusu olmuştur. Yani, zattan sonra şuûnat, daha sonra sıfatlar gelmiştir.
Sıfat: Allah’ın sıfatları, hayat, ilim, irade, kudret, sem’, basar, kelam, tekvin sıfatlarıdır. Bütün ilahi sıfatlar sonsuzdur ve mutlaktır. Sonsuz olmaları, bu sıfatlarla ne kadar icraat yapılırsa yapılsın, onlarda bir azalma olmayacağı mânasına gelir. Mutlak olmaları ise, o sıfatların icraatlarını kayıtlayacak, onlara engel olacak başka sıfatların düşünülemeyeceği demektir.
Not: Cenab-ı Hakk’ın, Matüridî mezhebine göre sekiz, Eş’arî mezhebine göre yedi sıfatı vardır. Eş’ariler tekvin sıfatını müstakil bir sıfat olarak kabul etmez, irade ve kudret sıfatları ile birlikte düşünürler.
Ef’al: Fiiller, işler, icraatlar, tasarruflar demektir.
Esma: Cenab-ı Hakk’ın Kadim, Bâki, Ehad gibi zatî isimleri olduğu gibi Hâlık, Rezzak, Muhyi, Mümit gibi fiilî isimleri de vardır. İlahi fiiller sayılamayacak kadar çok olduğundan, âlimlerimiz bu fiilî isimlerin de sonsuz olduğunu beyan etmişlerdir.
Allah, Ehad, Kadim, Baki gibi zatî isimler hiçbir mahlukta tecelli etmezler.
Kadim, Baki gibi bir kısım zatî isimler, İnsan Penceresi’nde beyan edildiği gibi, zıtları ile bilinirler. Nurlarda geçen “Biz fena ve zevalimizde senin devam ve bekanı görüyoruz.” cümlesi bu hakikati ders verir.
Yine İnsan Penceresi’nde insanın cüz’i ilmi, kudreti, görmesi ve işitmesiyle Allah’ın ilim, kudret, basar ve sem’ gibi sıfatlarına ayna olduğu ders verilir. Dolayısıyla da insanda Alîm, Kadîr, Semi’, Basir gibi esma tecelli etmiş olur.
Bu dersin asıl misallerini fiilî isimlerde çokça bulabiliriz ve bu derste geçen esma ifadelerini “fiilî isimler” olarak düşünmemiz daha isabetli olacaktır.
Şuûnat, ef’al ve esmaya bir misal:
Rezzakiyet; rızıklandırıcı olmaktır; ilahi şuûnattan bir şe’ndir. Hiçbir mahluk yaratılmadan ve rızıklanmadan da Allah’ın rezzakiyeti vardı.
Terzik; rızıklandırmak, bir fiildir. Rezzak (rızık verici) ise fiilî bir isimdir.
Kâinat sarayının bütünündeki ilahi icraatları ifade eden bu hikmet dersini, o ağacın meyveleri için de aynen düşünebiliriz. Bu maksatla bu dersleri bir mahlukta, mesela, bir meyvede tatbik etmeye çalışalım:
Bir meyvede herkesi hayran bırakan bir sanat mucizesi müşahede ediliyor. Bu sanatın mükemmelliği fiilin yani meyve yapma fiilinin mükemmelliğini gösterir.
Fiilin mükemmelliği ise esmanın kemaline, yani Rezzak isminin kemaline delalet eder.
Rezzak isminin kemali sıfatın kemalini gösterir. Burada “sıfat” ifadesini bütün ilahi isimlerin kaynağı olan “hayat, ilim, irade, kudret” gibi ilahi sıfatlar olarak anlayabileceğimiz gibi, hususi bir mana olarak “rızık yapıcı olma” vasfı olarak da düşünebiliriz.
Nitekim Üstadımızın verdiği “mükemmel bir kasır” misalinde “o esma ve ünvanlarının mükemmeliyeti, o ustanın san’atına dair sıfatlarının mükemmeliyetini gösterir.” ifadesi geçiyor.
Temsili hakikate tatbik ederken şöyle de düşünebiliriz:
Cenab-ı Hakk’ın yedi kutsi sıfatıyla icra ettiği birbirinden çok farklı ilahi sanatları vardır. Ruh yapmak, melek yapmak, deniz yapmak, güneş yapmak ayrı sanatlar olduğu gibi, rızık yapmak da bir başka sanattır. Buna göre, “rızık yapıcı olma vasfını” bir sıfat olarak düşünebiliriz. Buna göre, Rezzak isminin mükemmeliyeti bu sıfatın mükemmeliyetine dayanmış olur.
Her iki düşünce tarzı da hakikate uygundur, aralarında zıddiyet yoktur.
Burada rızık vermeyle alakalı şuûnatı “rezzakiyet” olarak anlayabileceğimiz gibi, “rızık verici olduğunu gösterme isteği” olarak da anlayabiliriz. Nitekim bir hadis-i kudsîde; “Ben gizli bir hazine idim. Bilinmeye muhabbet ettim (bilinmek istedim) de mahlûkatı yarattım.” buyurulmaktadır.
Bütün şuûnat gibi, rezzakiyetin kemali de Allah’ın zatının kemaline delalet eder.
Cümlenin sonunda, Zat’ın kemali hakkında şöyle buyuruluyor:
“...Bütün kâinatta görünen bütün envâ-ı kemalât, onun kemaline nisbeten sönük bir zıll-i zaîf suretinde bir Zât-ı Zülkemal’in ayat-ı kemali ve rumuz-u celâli ve işârât-ı cemali olduğunu gösterir.”
Bütün mahlûkatta görünen kemaller gibi, o rızıkta görülen kemal de Cenab-ı Hakk’ın Zât’ının kemaline nisbetle sönük ve zayıf bir gölge kadar kalır. Bu gölgelerdeki kemaller hakkında “âyât-ı kemali ve rumuz-u celâli ve işârât-ı cemali” ifadesi kullanılıyor.
“Âyât-ı kemal”; bu kemaller Allah’ın kemaline delalet ederler, ancak o kemali hakkıyla bildirme noktasında zayıf bir gölge gibi kalırlar.
“Rumuz-u celâl”; “sarahat”e göre “rumuz” (remizler) nasıl zayıf düşüyorsa, bu kemallerin Allah’ın Zâtî kemalini göstermekte de o kadar zayıf kalırlar.
“İşârât-ı cemal”; bir haritada bir şehre işaret eden bir nokta yahut şekil, o şehrin hakiki mahiyetinden ne kadar uzak ise, bu kemaller de Allah’ın zatının kemali yanında öyle noksan kalırlar.
1) bk. Sözler, Yirmi İkinci Söz, İkinci Makam.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü