"Bir şeyin sânii, o şeyin içinde olursa, aralarında tam bir münasebet lâzımdır. Ve masnûatın adedince sânilerin çoğalması lâzımdır. Bu ise muhaldir." cümlelerini izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İ'lem eyyühe'l-aziz! Bir şeyin sânii, o şeyin içinde olursa, aralarında tam bir münasebet lâzımdır. Ve masnûatın adedince sânilerin çoğalması lâzımdır. Bu ise muhaldir. Öyleyse, sâni, masnû içinde olamaz. Meselâ, matbaa ile teksir edilen bir kitap, yine bir adamın kalemiyle yazılıyor. O kitabın nakışları, harfleri, kendisinden sümbüllenmez. Kâtip de o kitâbet san'atı içinde değildir. Ve illâ, intizamdan çıkar. Öyleyse, masnûun nakışları kendisinden değildir. Ancak, kudret kalemiyle kaderin takdiri üzerine yazılıyor."(1)

Konuyu son cümleden başlayarak ve metinde geçen matbaa misaliyle açıklamaya çalışalım.

Bir cümlenin yazılması için evvela ilim gereklidir. İnsan o cümlede verilecek bilgiyi önce kendi ilminde şekillendirir. Bu şekillenme kadere bir misaldir. Cümle o yapıda şekillendikten sonra yazıya dökülür. Bu safhada kudret devreye girer.

Yeryüzünde yaratılan her canlı, tabiat matbaasında basılmış bir kitap gibidir. Bu kitaplar Allah’ın ilminde bütün hususiyetleriyle takdir edilmişler, ilâhî kudretle bir fabrika şeklinde planlanmış ve yaratılmış bulunan tabiat matbaasında basılmışlardır. Bu gerçek kabul edilmediği takdirde, o kitapların yahut onlardaki her bir cümlenin kâtibini, o kitabın ve o cümlenin içinde aramak gerekecektir. O zaman kitaplar ve cümleler adedince kâtiplerin kabul edilmesi gerekecektir.

Fizik konusunda yazılmış bir cümle düşünelim. İlim ve kudretle yazılmış bu cümlenin kâtibi kabul edilmediği takdirde “kâtibi kitabet sanatı içinde” yani fizik âlimini o cümlenin içinde aramak gerekir.

Üstad Hazretleri bir şeyin kendi kendine olduğunun kabul edilmesi halinde o şeyin "hem sâni hem masnu’" olacağını ifade ediyor. Yani, kâtip kabul edilmediği takdirde her cümle hem yazı olur, hem kâtip.

Sıfat mevsufsuz olamayacağına göre, ilim tek başına müstakil bir varlık olarak düşünülemez ki, kendisi yazı yazmayı yahut yazı olmayı irade etsin de yazı ortaya çıksın. "Kâtib de o kitabet san'atı içinde değildir" cümlesi Üstad Hazretlerinin tabiat tarifindeki "kanundur, kudret olamaz" ifadesini hatırlatıyor. İlmî bir cümlenin kendisi ilim olmadığı gibi, kudretle yaratılan mahlûklar da kudret değildirler. Eşyanın ilâhî kudretle yaratılmalarının arkasında ilâhî irade ve ilim vardır.

Bir misal: Şifalı bir bitkiyi tabiat matbaasında basılmış bir cümle olarak düşündüğümüzde, ondaki şifa sıfatını bahçeye de veremeyiz, güneşe de, suya da, mevsimlere de. Bu hâsiyeti o bitkinin kendisi de edinmiş değildir. Yâni, "masnûun nakışları kendisinden değildir." Bu şifa hususiyeti ancak Allah’ın ilim ve hikmetiyle o çiçeğe takılmıştır ve o çiçek, kaderin bu planına göre ilâhî kudretle yaratılmıştır.

(1) bk. Mesnevî-i Nuriye, Habbe.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 5.728
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Ramazan çalışan

"Kâbe’nin duvarında altın ile yazılan en meşhur ediblerin “Muallâkat-ı Seb’a” namıyla şöhretşiar kasidelerini o dereceye indirdi ki, Lebid’in kızı babasının kasidesini Kâbe’den indirirken demiş: “Âyâta karşı bunun kıymeti kalmadı.” demesi gibi,

Bediüzzaman'ın  "Bir şeyin sânii, o şeyin içinde olursa, aralarında tam bir münasebet lâzımdır. Ve masnûatın adedince sânilerin çoğalması lâzımdır. Bu ise muhaldir." İfadesinin karşısında, bütün dinsiz felyosofların sözlerinin hiç bir hükmü kalmamış.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...