"Birincisi: Hiçbir cihetle serseri tesadüfe ve kör kuvvete ve şuursuz tabiata havalesi mümkün olmayan, hiçten hakîmâne icad ve san’atperverâne ibdâ..." İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Allah’ın ilim, hikmet ve irade sıfatlarının en güzel ve en parlak parladığı yer; ruh ve hayat hakikatıdır. Bu ikisi üzerine dikkat ile bakan, Allah’ın sonsuz ilim, hikmet ve iradesini kat’î ve parlak bir şekilde idrak eder, tabiat ve tesadüfe imkân tanımaz. Bir karıncanın hayatı üzerinde o kadar çok hikmetler nakşedilmiş ki, bu hikmetler ancak sonsuz ilim ve mutlak irade ile olabilir.

Mesela; karıncaya mide veren hikmet, aynı şekilde o mideye uygun rızkı da hikmetli bir şekilde icat etmiş. Karıncaya kulak veren hikmet, yine duyacağı sesi ve vasıtaları ilim ve irade sıfatı ile vermiştir.

Hikmet, ilim ve irade birbirlerini iktiza eden ve biri birisiz olmayan üç ilahi sıfattır. Bunların izi ve işareti kâinatta bütün mahlûkatın üstünde, hususan hayat üstünde muazzam ve mükemmel bir şekilde tecelli ile tezahür etmiştir. Buradaki yirmi cihet tabiri; çokluk ifadesi içindir. Tıpkı Kur’an’ın, on sekiz bin âlem tabirinin çokluk ifadesi olması gibi.

"Birincisi: Hiçbir cihetle serseri tesadüfe ve kör kuvvete ve şuursuz tabiata havalesi mümkün olmayan, hiçten hakîmâne icad ve san'atperverâne ibdâ ve ihtiyarkârâne ve alîmâne halk ve inşa ve yirmi cihetle ilim ve hikmet ve iradenin cilvesini gösteren ruhlandırmak ve ihyâ etmek hakikatidir ki, zîruhlar adedince şahitleri bulunan bir burhan-ı bâhir olarak, Zât-ı Hayy-ı Kayyûmun vücub-u vücuduna ve sıfât-ı seb'asına ve vahdetine şehadet eder."(1)

Bu paragrafta ruh ve hayat verme fiillerinin tesadüf ve sebeplere havale edilmesinin imkânsızlığı nazara veriliyor.

Hayat bütün kâinatın bir fabrika gibi çarklarının muntazaman işlemesinden hâsıl olan cami’ ve hülasa bir san’attır.

Meselâ; bir arının hayatının varlığı ve devamı için bütün kâinat çarklarının işlemesi ve hareket etmesi gerekir. Güneş, su, hava, toprak, elementler, hassas bir nizamla, mütenasip ve ölçülü bir şekilde beraber hareket etmeden arı vücuda gelmez, gelse de varlığını devam ettiremez. Bu yüzden, arının hayatının teşekkülü için bütün kâinat ve kâinattaki sebeplerin hassas ve ölçülü bir surette çalışması ve hareket etmesi gerekiyor. Bu sebeplerden bir tanesi vazifesini terk etse hayat teşekkül etmez ve devam etmez.

Mesela, güneş olmasa hayat olmuyor, su olmasa yine olmuyor, toprak olmasa yine olmuyor. Yıldız ve galaksiler intizamlı ve muvazeneli hareket etmeseler yine hayat olmuyor. Zira bir yıldız zerre kadar mihverini şaşırsa, bütün kâinat fabrikasını yerle bir edecek. Demek çok uzakta, hayattan alâkasız gibi duran bir yıldızın da hayata hizmeti ve müdahalesi vardır.

Bu da gösteriyor ki, hayat; bütün kâinattan süzülüp gelen bir meyve ve bir neticedir. Küçük bir arı hayat sayesinde bütün kâinatla alâkadar olup, bütün sebeplerin bir neticesi oluyor. Yani arı basit bir cüz’ iken hayat ile bütün kâinatla alâkadar küllî hükmüne geçiyor. Arı hayat sayesinde bütün o küllî unsurlara efendi oluyor, hayat sayesinde o azametli şeyler arıya hizmet ediyor. Demek arıya hayatı veren Zat kim ise, bütün kâinata ve sebeplere de hükmeden Zat O'dur.

İşte hayatın üstündeki bu mühür ve imza, kat’î bir şekilde san’atkârı olan Allah’ın varlığını ve birliğini ispat ettiği gibi, O’nun her şeyin yanında isim ve sıfatları ile hazır ve nazır olduğunu da güneş gibi gösteriyor. Hayat kimin ise, hayata kaynaklık eden kâinat da O'nundur.

(1) bk. Şualar, Yedinci Şua.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 16.391
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Ziyaretçi (doğrulanmadı)

"icad ve ibdâ" ile "halk ve inşa" farkı nedir?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)

Bilindiği gibi, Cenâb-ı Hakk’ın iki tarzda yaratması vardır, biri ibda, diğeri inşa.

İbda (İcad): Allah’ın eşyayı ve mevcudatı benzersiz ve modelsiz, hiçten ve yoktan var etmesine denir. Allah’tan başka hiçbir şeyin olmadığı bir hengâmda yarattığı ilk varlık ya da varlıklar buna misaldir. Aynı zamanda varlık içinde ilk kez vücuda gelmiş nisbî sıfat ve arazların da vücuda çıkması buna misaldir.

İnşa için sebepler devreye girmekle birlikte, ibda sebepsiz olarak gerçekleşir. Meselâ, insan bedeni inşa yoluyla dokuz ayda teşekkül eder, ruhu ise ibda ile zamansız ve sebepsiz vücut bulur. Bir insan sûretinin âza ve organları bir kalıp ve model olarak öncekilere ve sonrakilere benzer, bu yüzden ana hatları ile insanın yaratılışı ibda değil, inşadır. Ama insanlara hiç benzemeyen, kendine mahsus hüviyeti, sesi, kokusu ve parmak izi itibari ile insan ibdadır. Yani benzersiz ve modelsiz olarak yoktan ve hiçten yaratılıyor. Öyle ise ibda tarzı yaratmak hâlihazırda  sürekli ve  devam ediyor. İlk varlıkların yaratılması ile bitmiş bir yaratma şekli değildir.

Keza, söylenen mübarek bir kelimeden melek yaratılması da yine sebepsiz ve doğrudandır. Yani, o kelime bir vasıta olmuş ve onun taşıdığı kudsî mânadan melek yaratılmıştır. Yoksa melek sesten ve havadan yaratılmış değildir.

Keza nur da sebepsiz yaratılır. Meselâ, iman bir nurdur, hidayet de, ilim de nurdurlar. Bunların yaratılışında vasıtalar söz konusu olsa bile, onların arkasında Allah’ın rahmet ve iradesi açıkça görülür. Yani, bir hakikatin tebliğ edilmesi imana ve hidayete vasıta olabilir, ancak muhatabın kalbinde iman ve hidayeti yaratan Allah’tır ve bunları sebepsiz yaratmaktadır. Yani,  iman o hakikati tebliğ eden kişinin sözlerinden yaratılmış değildir. O sözler vasıta olmuş, imanı ise Hâdi olan Allah kalbe doğrudan ilka etmiştir.

Ruhların, meleklerin yaratılmaları  ibda iledir. Yani, onlar kademeli olarak ve tedricî  bir terbiyeden geçerek değil, doğrudan yaratılırlar. İnşa ise, kademeli olarak yaratmadır. Bu âlemin altı devrede yaratılması, insanın ana rahminde dokuz ayda yaratılması, çekirdeklerin ağaç, yumurtaların kuş olmaları zaman içinde, kademeli olarak gerçekleşir.

İnşa (Halk): İnşa, var olan mevcudat ve eşyadan yeni varlıkların ve eşyanın yaratılması demektir. Mesela, topraktan bitkilerin, bitkilerden de meyvelerin yaratılması buna misal teşkil eder. Kâinatta en çok icra edilen yaratma şekli inşadır. Her bahar mevsiminde milyonlarca misallerini gözümüz önünde görüyoruz.

Üstad Hazretleri bu mânaya şu şekil işaret ediyor:

"Evet, Kadîr-i Zülcelâlin iki tarzda icadı var: Biri ihtirâ' ve ibdâ' iledir. Yani hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lâzım her şeyi de hiçten icad edip eline veriyor."

"Diğeri inşa ile san'at iledir. Yani, kemâl-i hikmetini ve çok esmâsının cilvelerini göstermek gibi çok dakik hikmetler için, kâinatın anâsırından bir kısım mevcudatı inşa ediyor; her emrine tâbi olan zerratları ve maddeleri, rezzâkiyet kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalıştırır."

"Evet, Kadîr-i Mutlakın iki tarzda, hem ibdâ', hem inşa suretinde icadı var. Varı yok etmek ve yoğu var etmek en kolay, en suhuletli, belki daimî, umumî bir kanunudur. Bir baharda, üç yüz bin envâ-ı zîhayat mahlûkatın şekillerini, sıfatlarını, belki zerratlarından başka bütün keyfiyat ve ahvallerini hiçten icad eden bir kudrete karşı 'Yoğu var edemez.' diyen adam, yok olmalı!"(1)

(1) bk. Lem'alar, Yirmi Üçüncü Lem'a.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Ziyaretçi (doğrulanmadı)

Buradaki “yirmi cihet” ve "ruhlandırmak hakikatini"n izahı nasıldır?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)

Yirmi rakamı takribî olarak ifade edilmiştir.

Katre Risalesinde; mevcudatın elli beş lisan ile Allah'ın varlığına ve birliğine işaret ettiği ifade edilmektedir. Bir zîhayat için de yirmi cihet ifadesi kullanılmıştır. Bunlardan birkaçını ifade etmek gerekirse; Mesela; yaratılması ile Hallakiyete, sureti ile Musavviriyete, rızıklanması ile Rezzakiyete, tek bir gayeye hizmet etmesi ile Vahidiyete, diğer varlıklardan farklı bir hüviyet taşıması ile Ehadiyete vs.

Bu mânada baktığımızda, yirmi civarında ciheti delaletini bulmak mümkündür.

Sualin ikinci kısmına gelince;

Kâinattaki sünnetullah dediğimiz umumî kanunlar (suyun kaldırma kuvveti gibi), bitkiler, hayvanlar, cinler, melekler ve insanların hepsi ruhludur ve âdetullah açısından ruh cevheri üzerine dururlar. Ruh olmasa hayatlarını ve varlıklarını kaybederler. Ruh da İlahî emir ve irade ile kaim (ayakta duran) bir varlıktır. Dolayısı ile kâinatta hayat ve şuur sahibi varlıkların tamamı Allah’ın irade ve emri ile ayakta durup varlıklarını idame ettirmektedirler. Allah bir an iradesini ruhlardan çekse, kâinat yok olup gider.

Hayatlılar adedince ruhlandırma vardır ki, bu da Allah’ın irade, ilim ve hikmetinin bir ispatı oluyor. Bütün bu muazzam san’at ve icraatların, serseri tesadüfe ve kör kuvvete ve şuursuz tabiata havalesi mümkün değildir.

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Yükleniyor...