"Bütün kusurlar ademden ve kàbiliyetsizlikten ve tahripten ve vazife yapmamaktan -ki birer ademdirler- ve vücudu olmayan ademî fiillerden geliyor." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Kur'an-ı Kerim’de şöyle buyurulur:
"Sana gelen iyilikler Allah’tan, kötülükler ise nefsindendir." (Nisa Suresi, 4/79)
Görmek güzel, görmemek ise kötü. Ve yine görmek vücudî bir fiildir, görmemek ise ademî fiil. Görme hâdisesinde insanın yaptığı sadece gözünü açmaktır. Görmemekte ise bütün mes’uliyet insana aittir. Görme için bütün şartlar hazırlanmışken o sadece gözünü kapamak suretiyle görme nimetinden mahrum kalır.
Cenab-ı Hakk’ın varlığı ve birliği her şeyde müşahede edilirken, kalp gözlerini kapatanlar bu ademî fiilleriyle iman ve marifet nurundan mahrum kalırlar.
Üstad Hazretleri, “Ademî bir şey madum bir şeye illet olur” der ve bir gemi kaptanının vazifesini yapmamakla geminin batmasına sebep olabileceğini söyler. Burada vazife yapmamak ademî bir fiildir, bu ademî fiil geminin batmasına, madum olmasına sebep olmuştur.
Bir yazıyı yazmak vücudî, yazmamak ise ademîdir. Yazmak için çok şeyler gerekirken yazmamak için bir şey yapmamak kâfidir.
Aynı şekilde, her bir İlahî emrin terki de bir adem-i fiildir. Mesela namaz kılmak müsbet bir fiildir, kılmamak ise menfidir, sadece bir terktir.
“Bütün kusurlar ademden ve kabiliyetsizlikten ve tahripten ve vazife yapmamaktan -ki birer ademdirler- ve vücudî olmayan ademî fiillerden geliyor.”
Kusur, kemâlin zıddıdır; "noksanlık ve eksiklik" mânâsına gelir. Adem, "yokluk", vücud ise "varlık" demektir. Buna göre kusur, kemâlsizliktir, kemâlin yokluğudur. Kemâl ise vücud âlemine girer. Mesela, ilim bir kemâldir ve vücud âlemindendir. Cehalet ise ilmin yokluğudur ve bir kusurdur.
Türkçede adem âlemleri, çoğu zaman, "siz" ekiyle, yahut "olmayan" kelimesiyle ifade edilir. Ahlâksız, insafsız, vicdansız, kabiliyetsiz, merhametsiz gibi kelimeler hep adem âlemlerini ifade ederler. Bunların her biri bir vücud âleminin terkinden doğmuşlardır.
İman vücud âlemindendir, imanı olmayana imansız denilir. Keza, insaf vücud âlemlerindendir. İnsafı olmayana da insafsız denilir.
Diğerleri de aynı şekilde düşünülebilir.
Kabiliyetsizlik de bir ademi, bir mahrumiyeti ifade eder. Taşta görme kabiliyeti yoktur. Dolayısıyla taş bir şey göremez. Görmeme bir kusurdur ve bu kusur, bu noksanlık, ademî bir fiile, yani kabiliyetsizliğe dayanmaktadır.
Ekseriyet-i mutlaka ile hayır ve mehasin ve kemâlât, vücuda istinad eder ve ona raci’ olur. Sûreten menfî ve ademî de olsa, esası sübutîdir ve vücudîdir.
İman eden insan, büyük bir nura kavuşmakla vücud âleminden ulvî bir hisse almış demektir. Salih amel işleyen, yani amel âlemini Allah’ın rıza çizgisinde gezdiren insan da kazandığı sevaplarla yine vücud âleminden büyük bir hisse alır.
Burada, ekseriyet-i mutlaka tabirinin kullanılması, bir sonraki cümlede de ifade edildiği gibi, yanlış işleri yapmamak, hatadan uzak durmak, harama yaklaşmamak, şüpheliden sakınmak şeklinde özetleyebileceğimiz takva yolunun da ayrı bir kazanç kapısı olduğuna işaret eder. Meselâ faizden uzak durmak, görünüşte menfî ve ademîdir. Yani burada bir kaçış ve bir mahrumiyet söz konusudur. Ama o kaçışta rızaya koşma gizlidir. Haram kazançtan uzak kalmada, cennetini genişletme serveti yatar. Bunlar ise sübutîdir, vücudîdir.
Ekseriyet-i mutlaka tabiri gösteriyor ki, işlenen salih amel çeşitleri, kaçınılan haramlardan daha fazladır. Kazancın büyük kısmı, işlenen bu salih amellerle elde edilir. Sakınılan haramlar da takva kapısından insana ayrı bir servet kazandırırlar.
Ve insan biri vücudî, diğeri ademî olan bu iki yol ile saadet saraylarını kurar, genişletir, yükseltir; tıpkı bir bitkinin gece ve gündüzden ayrı faydalar edinerek büyümesi, gelişmesi gibi.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar