Bütün mahlukatın bir çeşit ibadetle meşgul oldukları, tesbih ve secde ettikleri ifade edilmektedir. Konuyu açar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
Her varlığın Allah’ı hamd ile tesbih ettiği şu ayet-i kerimede açıkça belirtilmektedir:
"Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tesbih ederler. Her şey onu hamd ile tesbih eder. Ancak, siz onların tesbihlerini anlamazsınız. O, Halîm’dir (hemen cezalandırmaz, mühlet verir), Ğafûr’dur (çok bağışlayandır)." (İsrâ, 17/44)
Tefsir âlimlerinin ekseriyeti ayette geçen bu hamd ve tesbihin lisanıhâl ile olduğu kanaatindedirler. Üstad Hazretleri de “vezaif-i eşya suretinde ubudiyetleri var” ifadesiyle, her varlığın kendine verilen vazifeyi yerine getirmekle ibadetini yaptığını beyan etmektedir. Buna göre, her mahluk, “vazifesini en mükemmel şekilde yapması, kâinattaki umumi nizama tam riayet etmesi ve kendinde tecelli eden ilahi isim ve sıfatları bütün şuur sahiplerine okutturmasıyla” Rabbini hamd ve tesbih etmiş olur.
Bunun çok küçük bir misali insanların sanat eserlerinde de görülmektedir. Mesela, bir sanat harikası olan Selimiye Camii, bütün seyirci ve ziyaretçilerin takdir ve hayretlerini celb etmekle mimarını hâl diliyle methetmekte, onun sanatını ilan etmekte ve seyirciler de onun hâl diliyle yaptığı bu medih ve senaya tercümanlık eder gibi o sanat eserini ve mimarını takdir etmektedirler.
Öte yandan, Üstad Hazretleri “Bence küre hayvandır.” buyurmakla da yerküresinin canlı olduğunu söylemekte, onun da diğer canlılar gibi kendine mahsus bir tesbihi ve ibadeti bulunacağına da işaret etmektedir.
Nitekim tefsir âlimlerinin bir kısmı da bu tesbihin sadece hâl diliyle değil, doğrudan yapıldığı kanaatindedirler.
Cenab-ı Hakk’ın cansız varlıklara da emir verdiğine dair ayetler, bu âlimlerin görüşlerini tasdik eder mahiyettedir. Bunun en açık misali Nuh tufanının sona ermesi için verilen ilahi emirlerdir:
“Ey arz (yeryüzü), suyunu yut! Ey sema (suyunu) tut!” (Hûd, 11/44)
Bir hadis-i kudside de Cenab-ı Hak dünyaya şöyle hitap etmektedir:
“Ey dünya bana hizmet edene sen de hizmet et. Sana hizmet edeni de istihdam et (hizmetinde çalıştır).”(1)
Duhân suresi’nde (29. ayet), semavat ve arzın kâfirlerin ölümlerine ağlamadıkları beyan edilmektedir.
“Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi.”
Üstad Hazretleri bu ayetten söz ederken şöyle buyurur:
“Ve mefhum-u işarîsiyle ifade ediyor ki, ehl-i hidâyetin ölmesiyle semâvat ve arz, onların cenazeleri üstünde ağlıyorlar, firaklarını istemiyorlar.”
O hâlde, emir dinleyen, üzülen ve sevinen bu mahlukların tesbih etmeleri de mümkündür, bu tesbih sadece hâl diline mahsus değildir.
Şu var ki, insan, "tesbih ve ibâdet" denilince, kendi tesbih ve ibadetini ölçü alır ve cansız varlıkların bu manada tesbih, hamd ve ibadet etmelerini aklına sığıştıramaz. Hâlbuki varlıkların mahiyetleri birbirinden ne kadar farklı ise ibadet ve tesbihleri de o kadar farklıdır.
Bir botanik profesöründen dinlemiştim. Bitkilerin his dünyası hakkında bir deneme yapmış ve şu neticeyi elde etmişti: Eşit şartlardaki iki çiçekten, şefkatle bakılanı diğerinden daha fazla gelişme gösteriyor.
Bizim cansız dediğimiz eşya, aslında bazı hayat alametleri taşımaktadırlar. Ancak onların hayatı, bitki hayatından çok daha aşağı bir mertebededir; hayvan ve insan hayatına ise zaten hiç benzemez. Yani onlarda, insanlardaki yahut hayvandaki hayattan bir eser yoktur. Ancak, hareket etme ve büyümenin de hayat alametleri olduğu düşünüldüğünde, atomlardan gezegenlere, sistemlere kadar bütün varlıkları ihtiva eden hareket ve kâinatın mütemadiyen büyüdüğünü ifade eden bing-bang teorisi kâinatta da bitkilerden çok daha aşağı bir hayatın olduğunu göstermektedir. Elbette ki, bu çok aşağı hayat tabakasının tesbihi ve hamdi de kendisi gibi aşağı seviye bir tesbih olacaktır.
Öte yandan hiçbir varlık başka mahiyetteki bir varlığın tesbihini anlayamaz. İnsan, ancak kendi cinsinin tesbihlerini bilebilir, anlayabilir, diğer varlıklarınkini anlayamaz. Bu husus ayet-i kerimede “Siz onların tesbihlerini anlamazsınız.” buyurulmakla açıkça beyan edilmiştir.
Bu ikinci grup âlimler, Peygamber Efendimizin (asm) avucuna aldığı taşların zikrettiklerini ve bu zikrin işitildiğini de nazara vererek, mahlukatın kendilerine mahsus tesbihleri olduğunu, tesbihlerinin sadece hâl diline münhasır kalmadığını ifade ederler.
“Mahlukatın secde etmesi” mecazi manada olup, her varlığın kendisine verilen ilahi emirlere en ileri derecede itaat ettiğini temsil eder; “Kulun Rabbine en yakın olduğu makamın secde hâli”(2) olması da bu mnayı ders verir...
Dipnotlar:
1) bk. Müsnedu'l-Firdevs, V, 239.
2) bk. Müslim, Salat, 215.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü