"Cehennem ceza-yı ameldir, fakat cennet fazl-ı İlahi iledir." cümlesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Cehennem, insanın cüz’i iradesini şerde kullanarak, küfre, şirke, isyana girmesinin neticesidir. Bu sayılanları Allah men etmesine rağmen, bir insan nefsine tabi olarak şer yoluna girerse elbette bunun cezasına kendi amelleri sebep olmuştur.
Mesela; bir binanın yüz usta tarafından yüz günde yapılması hayırdır ve vücuttur. Aynı binanın bir kibrit ile dinamitlenip yıkılması şerdir ve tahriptir. Binayı yapmak amel ve sevap gibidir; onu harap etmek, şer ve günahlar gibidir. İnsanın hayırda eli çok kısa ve hissesi çok az; şer ve günahlarda ise hissesi ziyade ve eli çok uzundur.
Cennet ise sırf lütuftur. Allah insana sayısız nimet ve ihsanlarda bulunmuştur. İnsan bu sayısız nimet ve ihsanların şükrünü eda etmekten âciz olduğu için, yeni bir nimeti hak etmesi de mümkün değildir. Yani insan bu dünyada mazhar olduğu sayısız nimetlerin şükrünü eda etmekten âciz kalırken, cennetteki küllî ve sonsuz nimetler için "Bu cennet benim amelimin bir neticesidir." diyemez.
"...Bak Cenab-ı Hakk'ın fazlına ve keremine: Seyyieyi bir iken bin yazmak, haseneyi bir yazmak veya hiç yazmamak adalet olduğu hâlde, bir seyyieyi bir yazar; bir haseneyi on, bazen yetmiş, bazen yedi yüz, bazen yedi bin yazar." (Sözler, 23. Söz, 2. Mebhas)
Cenab-ı Hak fazlından ve kereminden, günahları bir yazmakta, sevapları ise on, yetmiş, yedi yüz, yedi bin yazmaktadır. Mizanda bir müminin sevapları ağır geldiğinde, bunun mühim bir sebebi sevapların kat kat yazılmış olmalarıdır. Bundan dolayı bir insan “İşlediğim sevaplar daha ağır geldiği için cenneti kazandım.” diyemez. Çünkü işlediği bir sevap bir yazılsaydı o saadet diyarına gidemeyebilirdi. Kaldı ki, insanın işlediği sevaplarda hakkı pek azdır. Dolayısı ile insanın amelindeki muvaffakiyet de Allah’ın ihsanıdır. İnsana ait hisse ve sermaye ise zayıf ve meşkûk bir talep ve irade etmektir.
Misal olarak en büyük ibadet olan namazı ele alalım. Namazı kılmamız için öncelikle, vaktin girmesi lazımdır. Namaz vaktinin gelmesi için de dünyanın dönmesi gerekir. Bunda hiçbir hissemiz yoktur. Okuduğumuz Kur’ânı Allah inzal etmiş, ona muhatap olan aklımız, onu tilavet eden dilimiz, üzerinde namaz kıldığımız zemin, secde mahallimizi gösteren ışık, okumak için aldığımız nefesler hep Allah’ın ihsanıdır. Bizim hissemiz sadece emre uymak ve namaz kılmaya meyletmektir. Bundan ötesi hep Allah’ın ihsanıyla ve onun yaratmasıyla tahakkuk etmiştir.
Tarlasındaki mahsulün zekâtını veren kişinin, bundan hissesinin ne olduğuna bakalım. O mahsulün vücuda gelme sürecince bulut, güneş, toprak, hava, su gibi binlerce sebep vazife görüyor. İnsan, sadece tohumu ekip, tarlasını suluyor; onu da yine Allah’ın verdiği güç ve kuvvet ile yapıyor.
Allah insanı yoklukta bırakmayıp, varlık nimetine kavuşturmuştur. Bu, nimetlerin en büyüğüdür. Yine varlık içinde cansız ve camit bırakmayıp, hayat nimetini vermiştir. Bitkiler gibi yarı-canlı yapmayıp ruh nimetini vermiştir. Ziruhlar içinde insaniyeti vermiş, akıl ve şuur nimetini ihsan etmiştir. İnsaniyet içinde de hidayet ve iman nimetini vermiştir.
Bütün bunlar verilmiş sabık nimetlerdir; hepsi şükür ve ibadet isterler. İnsan bu verilen küllî nimetlerin şükrünü tam eda edemez ki cenneti amelinin neticesi olarak bilsin. Bu yüzden, peygamberler de dâhil, hiç kimse cenneti hak edip, amelinin neticesi olarak göremez. Cennet hiçbir insanın alın terinin karşılığı değildir; ancak ve ancak Allah’ın keremi ve fazlıdır, ihsanı ve ikramıdır.
İnsanın elinde olan tek şey cüz’i iradesidir; onu şerre de hayırda da kullanabilir. Hayrı tercih ettiğinde Allah'ın rızasını kazanır, şerre ve günahlara girdiği zaman da gadab-ı İlahiyi celbeder. Asansöre binen bir insanın yaptığı tek şey, nereye gideceğini tercih edip düğmeye basmaktır. Gerisi tamamen sistemi kurana aittir.
Allah irademizi hayırda kullanmamızı istemektedir. Gönderdiği peygamberler ve inzal ettiği kitaplarla bizi imana, ibadete ve güzel ahlaka davet etmiştir. İrademizi onun emir ve yasakları doğrultusunda kullanmamız hâlinde rızasına ermiş oluyoruz. Onun rızası dışında kullanmamız hâlinde ise, şerre sebep olduğumuz için cezalandırılmamız adalet olur.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Yalnız, insan iman ile tesahup eder. "Mükâfâtını isterim" diyemez, "Fazlını beklerim" diyebilir."İman ile sahiplenmek ne demek? Ayrıca fazl ile mükafat arasındaki farkı açıklayabilir misiniz?
Küçük bir çocuk "Madem cennet var, hemen ölelim Cennete gidelim." dediğinde "Hak ettin de mi gitmek istiyorsun? Cennet ucuz değil. Çalışıp hak etmek lazım." desek bence anlamlı olur. Buradaki HAK kelimesi, mükafat ile aynı.
Mükafat yani ÖDÜL. Ödül aslında emeğin karşılığı değildir.
Allah, rızasını kazananlara mükafat olarak, ödül olarak Cenneti veriyor demek neden yanlış? Burada mükafatı beklemek niye yanlış? Aslında emeğin karşılığının Cennet olmadığını zaten anlıyoruz.
HAK kelimesinin birkaç anlamı var.
1)Emeğin karşılığı. 2)Ödül
Burada HAK kavramını, ÖDÜL anlamına kullanabilir miyiz?
"Cenneti HAK ettinde mi gitmek istiyorsun?" şeklinde.
Allah razı olsun. Çok teşekkür ederim