"Cenâb-ı Hakk’ın, istediği kulunun kalbine, cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur." Doğuştan Müslüman’ım ve cüz’î irademi kullanmadım. Nasıl anlayabiliriz?
Değerli Kardeşimiz;
Bu dünya bir imtihan yeri olduğu için, Müslim ve gayr-i müslim ailelerin ve toplumların elbette çocukları olacak ve bu çocuklar için de oldukları muhit ve şartlara göre imtihana tabi olacaklardır. Müslümanların çocuklarının da imtihanı vardır, zira her Müslüman aileden dünyaya gelen Müslüman olarak hayatını devam ettiremeyebilir. Aynı şekilde gayr-i müslim bir aileden gelen nice insanlar da mü’min ve Müslüman olarak kabre girmiştir. Dolayısıyla bir Müslüman’ın gayret göstermeden ibadet etmesi, takva ehli olması ve imanını muhafaza etmesi mümkün değildir.
Evet, insan kemal ve tercih yaşına geldiğinde her şeyi sorgular ve yeniden bir değerlendirmeye tabi tutar. Bu bazen alenen olur, yani kişi itikadını düzenli ve kasıtlı bir şekilde sorgular. Bazen zaman içerisinde olur, yani akil baliğ çağından sonra, kişi hayatını yeniden kendi tercihleri ile kurmaya başlar. Bazen de dış tesirlerin baskısı ile olur, yani etraftaki farklı düşünce ve kültürler, insanı kendi itikadını sorgulamaya iter.
Bazen de aynen kaldığı yerden devam eder. Bu, ekseriyetle avam ve mukallitler için geçerlidir. Kelam âlimleri; "Mukallidin imanı sahihtir, ama tahkiki terk ettikleri için mes’uliyetleri vardır" demişler.
Mes’uliyet yaşından önceki hayatın, yeniden tercih etmede tesirli bir unsur olduğu için, bazen kişi yeni tercihinin farkına bile varmaz. İtikadının kesintisiz devam ettiğini zanneder. Halbuki kişi akıl baliğ olduktan sonra, az da olsa itikadını sağlam bir zemine oturtmak ister ve kendince kafasında ve kalbinde deliller aramaya veya üretmeye başlar. Bu biraz da kişinin tahsil ve ilmî seviyesine göre farklılık arz eder.
Avam ise basit düşüncelerle yeniden inancını tesis ederken, havas ve âlim insanlar daha cami’ , daha sağlam delillerle hareket eder. Yalnız yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, bazen bu merhaleler çok belirsiz seyrettiği için, insan yeni tercihini göremeyebilir.
Allah, kimseye hidayeti zorla dayatmadığı gibi, zorla da kâfir yapmıyor. Allah insanı iman etme veya etmeme hususunda hür bırakmıştır.
Bir ayette mealen şöyle buyurulur:
“Ve de ki: Hak, Rabbinizden gelendir. Artık dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin.” (Kehf Suresi,29)
Kul tercih eder, Allah yaratır.
İlave bilgi için tıklayınız:
- Müslüman olarak seçilmek ve fetret ehli hakkında bilgi verir misiniz? ...
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Kul önce iman yolunu seçiyor, sonra da Allah imanı veriyorsa, iman sonradan oluşuyor demektir. O zaman iman mahluk mudur?
"İman mahluktur; iman edilen Allah ise mahluk değildir." formülü meselemizi hallediyor. İnsanın kendisi ve onun bir cüzü olan kalbinin mahluk olup da kalbin içindeki bir şeyin yani imanın mahluk olmamasını düşünmek yanlış olur. Zaman ve mekan kaydı altında olan her şey mahluktur, yani yaratılmıştır. Mahluk olmayan sadece Allah’ın Zatı ve sıfatlarıdır.
İman kalbin bir şeyi tasdik edip onaylamasıdır. Bu imanın iki aşaması var birinci aşaması kulun iradesi ile tasdik etmesi, diğeri de Allah’ın bu tasdike binaen bir nur bir ışığı kalpte yaratmasıdır. İmanın bu her iki aşaması da mahluktur.
"İman, Sa’d-ı Taftazanî’nin tefsirine göre; 'Cenâb-ı Hakkın, istediği kulunun kalbine, cüz-i ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur.' Bu tanım Taftazani'nin hangi kitabında geçmekte? Taftazani tefsiri denilmiş ama onun müstakil bir tefsir kitabı bulunmamakta. (Bir haşiyesi mevcut.) Bu tanımın geçtiği kaynağı paylaşır mısınız?
Tefsirden maksat tefsir külliyatı değil ayet ve hadislere getirilen yorumlardır ki bu anlamda Sa’d-ı Taftazanî’nin kelam ilmi ile ilgili çok kitap ve haşiyeleri mevcuttur.
el-Maḳāṣıd’ın son iki bölümünü teşkil eden metin klasik kelâm kitaplarının akaid meselelerini içermekte ve eserin üçte birinden biraz fazlasını oluşturmaktadır. İlâhiyyât konularına ayrılan beşinci bölüm yedi fasıl halinde düzenlenmiş olup bu fasıllarda sırasıyla Allah’ın varlığı, tenzîhî ve sübûtî sıfatları, rü’yetullah, kulların fiilleri, irade ve hüsün-kubuh meseleleri, hidâyet, dalâlet, lutuf, tevfîk, ecel ve rızık, ayrıca Allah’ın isimleri konu edinilmiştir. Eserin dört fasıldan oluşan son bölümünde nübüvvet ve âhiret bahislerine, iman, islâm, küfür ve fısk kavramlarıyla imâmet konularına yer verilmiştir.
Müellifin zengin birikiminin bir özeti olarak hayatının son dönemlerinde kaleme aldığı ve Şerḥu’l-Maḳāṣıd adıyla 784 (1382) yılında Semerkant’ta tamamladığı eser kelâm ilminin önemli kaynaklarından biri haline gelmiş, özellikle Osmanlı medreselerinde Şerḥu’l-Mevâḳıf’tan sonra rağbet gören kitaplar arasında yer almıştır.
İmanın tarifi muhtemelen Şerḥu’l-Maḳāṣıd adlı eserinde geçmektedir.