"Dâbbetü’l-Arz" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
Debb ve debîb kelimeleri hafif yürüme ve debelenme manalarına gelir. Hayvanlar ve ekseriyetle de haşereler için kullanılır. İçkinin bedene yayılması ve bir çürüklüğün etrafına sirayet etmesi gibi, hareketi gözle görülmeyen şeyler için de kullanılır.
Dâbbe; debelenen, hareket eden canlı bir hayvan demektir.
“Allah bütün canlıları (her dâbbeyi) sudan yaratmıştır. Kimi karnı üzerinde sürünür, kimi iki ayakla, kimi de dört ayakla yürür. Allah dilediğini yaratır. Allah şüphesiz her şeye kadirdir.” (Nûr Sûresi, 24/45) âyet-i kerimesinden anlaşılacağı üzere her hayvana dâbbe denir.
Dâbbeyi tek bir canlı olarak değil de bir tür olarak düşünmek daha doğru olur.
“Dâbbe” kelimesi Kur’an-ı Kerimde on dört yerde geçmektedir. “Yeryüzünde yaşayan bütün canlıların (her dâbbenin) rızkı ancak Allah’a aittir.” (Hud Suresi, 11/6)
Bu ayette geçen dâbbe kelimesi bütün hayat sahiplerini ifade etmektedir. Bundan dolayı dabbe kelimesi hayvanlar için olduğu gibi insanlar için de kullanılır. Bu ayette “dâbbe” kelimesi nekre (belirsiz isim) olarak geldiğinden bunun bildiğimiz dâbbelerden başka bir dâbbe olması akla gelir. “Onlarla konuşan dâbbe” terkibinde açıkça belirtilen bunun konuşan bir hayvan, yani insan olmasıdır.
Başka bir ayette ise şöyle buyrulur: “Tehdit edildikleri şey başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların ayetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler.” (Neml Suresi, 27/ 82)
Dâbbetü’l-Arz ise, kıyametin kopmasına yakın ortaya çıkacağı bildirilen ve kıyametin büyük alâmetlerinden sayılan bir yaratıktır. Nitekim Kur’ân-ı Kerimde şöyle buyurulur: “Söylenmiş olan (tehdit edildikleri şey) başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dâbbe çıkarırız da, insanların âyetlerimize kesin olarak inanmadıklarını kendilerine söyler.” (Neml Sûresi, 27/82)
Dâbbenin insanlarla konuşması, sadece dil ile konuşması anlamına gelmez. Nitekim bu kâinat sarayında teşhir edilen nice antika eserler ve birçok hâdise hal diliyle akıl sahiplerine çok şey anlatmaktadırlar. Bediüzzaman Hazretleri, Dâbbetü’l-Arzın insanlarla konuşacağını zahir olarak ele alan birçok İslâm âliminin tersine, bir lisan-ı hal ile konuşmadan bahseder. Bu fikrini delillendirmek maksadıyla, Firavun ve kavmine çekirge ve bit belasının musallat olmasını, Kâbe’yi tahrip için gelen Ebrehe ve ordusunun Ebabil kuşlarıyla helâk edilmesini misal olarak verir. Bunun mânâsı şudur: Gerek Firavun, gerekse Ebrehe küfür, inkâr, isyan ve tuğyânı temsil ederken, onlara musallat olan afetler âdeta hâl dilleriyle onların bu yaptıklarının yanlışlığını ilân etmektedirler. Bu musibetlerin eliyle onların helâk edilmesi ve cezalandırılması ise “iman” cephesinin hesabına bir destek, tasdik mânâsını taşır.
Bediüzzaman Hazretleri de bu hususta şöyle buyurur:
“Amma “Dabbet-ül Arz”: Kuran’da gayet mücmel bir işaret ve lisan-ı hâlinden kısacık bir ifade, bir tekellüm var. Tafsili ise; ben şimdilik, başka meseleler gibi kat’î bir kanaatle bilemiyorum. Yalnız bu kadar diyebilirim: (Laye’lemul ğaybe illallah) Nasılki kavm-i Firavun’a “çekirge âfâtı ve bit belası” ve Kâbe tahribine çalışan Kavm-i Ebrehe’ye “Ebabil Kuşları” musallat olmuşlar. Öyle de: Süffyan’ın ve Deccalların fitneleriyle bilerek, severek isyan ve tuğyana ve Ye’cüc ve Me’cüc’ün anarşistliği ile fesada ve canavarlığa giden ve dinsizliğe, küfür küfrana düşen insanların akıllarını başlarına getirmek hikmetiyle, arzdan bir hayvan çıkıp musallat olacak, zîr ü zeber edecek. Allah u a’lem, o dabbe bir nev’dir.Çünki gayet büyük bir tek şahıs olsa,her yerde herkese yetişmez.Demek dehşetli bir taife-i hayvaniye olacak.Belki مِنسَأَتَهُتَأْكُلُ لْأَرْضِدَابَّةُإِلَّا âyetinin işaretiyle, o hayvan, dabbet-ül arz denilen ağaç kurtlarıdır ki; insanların kemiklerini ağaç gibi kemirecek, insanın cisminde dişinden tırnağına kadar yerleşecek. Mü’minler iman bereketiyle ve sefahet ve sû’-i istimalâttan tecennübleriyle kurtulmasına işareten, âyet, iman hususunda o hayvanı konuşturmuş.” (Şualar, 5. Şua)
Bediüzzaman Hazretleri müminlerin iman bereketiyle ve sefahatten içtinap etmeleriyle böyle bir duruma düşmeyeceklerini özellikle vurgulamaktadır. Öyle ise asrımızın en dehşetli ve en büyük tehlikesi olan sefahat yangınına karşı, takva kalasına sığınmak lazımdır.
Evet, günahların her taraftan sel gibi hücum ettiği günümüzde, nefs-i emmarenin tehlikesinden, aldatıcı ve cazibedar hevasatın hücumundan kurtulmanın yegâne çaresi, iffet, edep, hayâ ve takva dairesinde yaşamaktır. Zira nefisle cihadın en kısa yolu takvadır.
Evet, Cenab-ı Hak, insanları uyarmak ve uyandırmak için zaman zaman deprem, kasırga, açlık ve sel gibi bazı afetlerle onları ikaz etmektedir. Ancak insan öyle garip ve acip bir mahlûktur ki, gaflet uykusundan uyanmasını gerektiren birçok ayet, hadis ve tarihi hadiseler varken yine de onların birçoğu bunlardan ibret alıp uyanmaz, kendini tehlikeye sürükleyecek hata ve günahlardan sakınmazlar. Bu bakımdan, çeşitli bela ve musibetlere maruz kalmamak için, her mümin ve özellikle de ilim ve irfan erbabı olanlar, kanser mikrobundan daha tehlikeli olan bu asrın hastalığı “sefahate” karşı büyük bir mücadele etmelidirler.
Bu konudaki bazı açıklamaları da kaydedelim:
1- İbnü Cerir’in Huzeyfe b. Esîd’den rivayet ettiğine göre: “Dâbbe’nin üç çıkışı vardır: Birisinde bazı çöllerde çıkar, sonra gizlenir. Birisinde de, emirler kan dökerken bazı şehirlerde çıkar, yine gizlenir. Sonra insanlar mescitlerin en şereflisi, en büyüğü ve faziletlisi içinde iken yeryüzü kendilerini fırlatmaya başlar. Derken halk kaçışır, müminlerden bir grup kalır, bizi Allah’tan hiç bir şey kurtaramaz derler. Dâbbe de onların üzerine çıkar, yüzlerini parlak yıldız gibi parlatır. Sonra hareket eder, artık ne takip eden yetişebilir, ne de kaçan kurtulabilir. Bir adama varır, namaz kılıyordur, vallahî sen namaz ehli değilsin der. Yakalar, müminin yüzünü ağartır, kâfirin burnunu kırar” dedi. “O zaman insanlar ne halde olur” dedik. “Arazide komşu, malda ortak, yolculuklarda arkadaş olurlar” dedi.
2- İlim ehlinden birçokları dâbbenin ortaya çıkması, emr-i bi’l-ma’rûf (iyilikleri emir) ve nehy-i ani’l-münker (kötülüklerden menetme) terk edildiği vakittir demişler. Bir ayette mealen şöyle buyrulur: “Ne zaman ki Süleyman’a ölümü hükmettik, cinlere onun ölümünü sezdiren olmadı. Yalnız bir güve böceği yere dayandığı asasını yiyordu. Bu sebeple Süleyman yere yıkılınca ortaya çıktı ki, cinler eğer gaybı bilir olsalar o zilletli azap içinde bekleyip durmazlardı.” (Sebe Suresi, 34/14)
Hz. Süleyman’ın (a.s) dayandığı asasını yiyen ağaç kurdunun veya bir güve böceğinin mahiyeti hakkında da iki görüş vardır: Bir görüşe göre burada ifade edilen kurdun, bilinen ağaç kurdu olduğudur.
Diğer görüşe göre ise bu kurt, asaları yiyen bir kurtçuktur. Ayette ifade edilen dâbbenin Hz. Süleyman’ın (a.s) bastonunu kemirerek yiyip bitirmesi gibi, AİDS mikrobu veya başka bir hastalığın da isyan ve ahlaksızlıkta haddini aşan bazı insanları kemirip eritmesi mümkündür.
Habib-i Kibriya Efendimiz (asm.) “dâbbetü’l-arz”ın meydana çıkmasını kıyamet alametlerinden birisi olduğunu bir hadis-i şeriflerinde şöyle ifade etmektedir: “Onun alametlerinden biri, güneşin battığı yerden doğması ve kuşluk vakti insanların üzerine “dâbbe’’nin çıkmasıdır. Bu alametlerden hangisi önce belirirse, ötekisi onu kısa zamanda takip edecektir.” (Müslim, Fiten, 118; İbn Hanbel, “Müsned”, II, 201)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar