Dört çeşit hastalıktan üçüncüsü olan “gurur” hakkında bilgi verir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Üçüncü Hastalık: 'Gurur'dur."
“Evet, gurur ile insan maddî ve manevî kemalât ve mehasinden mahrum kalır. Eğer gurur saikasıyla başkaların kemalâtına tenezzül etmeyip, kendi kemalâtını kâfi ve yüksek görürse, o insan nâkıstır. Böyle insanlar, malûmat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslaf-ı izamın irşadat ve keşfiyatlarından mahrum kalırlar. Ve evhama maruz kalarak bütün bütün çizgiden çıkarlar. Halbuki eslaf-ı izamın kırk günde yaptıkları bir keşfiyatı, bunlar kırk senede bulamazlar.”(1)
"Gurur"un kelime mânası aldanmaktır. Ancak Türkçe’de bu kelime “kibir” yani büyüklenme mânasında kullanıldığından, burada da aynı mâna esas alınmıştır. Gerçi, kibir de bir aldanmadır. Sonsuz aciz ve fakir olarak yaratılan insanın kendini büyük görmesi büyük bir aldanmadır.
Burada gururun mühim bir ciheti ele alınıyor. Bir kimse kendi kemalini kâfi ve noksansız görürse hem maddî hem de manevî yönden bir ilerleme kaydedemez. İlköğretimde verilen matematik dersini kâfi gören ve bu kadarcık bilgisiyle bu ilmi öğrendiğini sanan bir talebe, lisede, üniversitede ve daha ileri seviyelerde verilen matematik derslerinden mahrum kalır. Az bilgisiyle iktifa etmesi onu bu sahada cahil bırakır.
Üstad hazretleri bu umumî kaidenin maneviyat cihetine giriyor ve onu da ikiye ayırıyor.
“Böyle insanlar, malûmat ve keşfiyatlarını daha yüksek görmekle, eslaf-ı izamın irşadat ve keşfiyatlarından mahrum kalırlar” cümlesindeki “malumat” kelimesi medrese ilimlerine, “keşfiyat” kelimesi ise tasavvuf ilmine bakmaktadır.
Bir medrese talebesi bir şeyler öğrenir öğrenmez, “Ben de Arapça biliyorum ve okuduğum metinleri çözebiliyorum. Artık müfessirlere, müçtehidlere ne ihtiyacım var; ben de Kur’an’dan hüküm çıkarabilirim” derse, bulunduğu bilgi seviyesinde sabit kalır, ileriye doğru bir adım atamaz. Aynı şekilde, tasavvuf yoluna giren ve birtakım güzel rüyalar görüp bazı manevî hazlar duyan kişiler de büyük velileri kendileri gibi yahut kendilerinden biraz ileri olarak değerlendirdikleri takdirde, manevi tekâmüllerinde yerinde saymaya başlarlar.
Çoğu zaman iş bu kadarla kalmaz. “Ve evhama maruz kalarak bütün bütün çizgiden çıkarlar.”
Burada geçen “evham” kelimesi, her iki gruba giren kimselerin de vehme kapılarak kendilerini hakikat dışı bir makama oturtmalarını ve buna inanmalarını ifade eder. Bu konuda verilen güzel bir temsil var; nakletmeden geçemeyeceğim. Ömrü kuytu bir köyde geçen ve hiç deniz görmeyen birisi, her nasılsa, bir seyahatinde deniz kıyısından geçer. Denizin o haşmetli büyüklüğüne hayran olur ve köyüne döndüğünde denizi köylülere şöyle anlatır: "Deniz o kadar büyük ki size anlatamam, amcamların kazanla en az kırk - elli kazan suyu var."
İşte bu adamın amcasının kazanı, bizim ilmimiz yahut manevî makamımızdır. Bununla ne müçtehidlerin ilmini ölçebiliriz, ne de büyük evliyanın keşfiyatını...
"Eslaf-ı izam" tabiri; sahabe, tabiin, tebe-i tabiin ve bu silsilenin izinden giden müctehid, müceddid ve kutupları ifade eden umumî bir tabirdir. Ve bu mübarek zatların da kendi içlerinde birtakım ihtilaflar vuku bulmuş; Cemel, Sıffin savaşları gibi...
Bu muharebe veya buna benzer hâdiseler hakkında suizanda bulunmak, onlara karşı muhabbet ve hürmeti zedeler. Onlara karşı muhabbet ve hürmet gidince, onların eli ile gelen din hakkında da insanda şüpheler teşekkül etmeye başlar. Ve en nihayetinde insan büyük bir manevî karanlığın içinde boğulup gidebilir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü