"Dünyanın, Cenab-ı Hakk'ın yanında bir sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, kâfirler bir yudum suyu ondan içmeyecek idiler." Bu hadisin izahını yapar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"Ezcümle, en ziyade insafsızların zihnini kurcalayan şu hadistir ki:
لَوْ وَزِنَتِ الدُّنْياَ عِنْدَ اللّٰهِ جَناَحَ بَعُوضَةٍ مَا شَرِبَ الْكَافِرُ مِنْهَا جُرْعَةَ مَاۤءٍ ev kemâ kal.
Meâl-i şerifi:
'Dünyanın, Cenab-ı Hakkın yanında bir sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, kâfirler bir yudum suyu ondan içmeyecek idiler.'
Hakikati şudur ki: عِنْدَ اللّٰهِ tabiri, 'âlem-i bekadan' demektir. Evet, âlem-i bekadan bir sinek kanadı kadar bir nur, madem ebedîdir, yeryüzünü dolduracak muvakkat bir nurdan daha çoktur..."(1)
Bu hadis-i şerif birçok muhaddis tarafından şöyle izah edilmiştir:
Eğer Allah katında dünya hayatının bir kıymeti olmuş olsaydı, kâfire bir yudum su bile verilmezdi. Çünkü kâfir, Allah'ın düşmanıdır. Düşmana kıymetli sayılan hiçbir şey verilmez. Dünya Allah katında hiçbir değer taşımadığı için Allah’ın veli kullarının ekserisi dünyada hep meşakkat çekmiş, yokluk içerisinde ömür sürmüşlerdir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulur;
“Allah sevdiği kulunu dünyada koruyup himaye eder; tıpkı sizden birinizin hastasını yasaklanan sudan koruduğu gibi.”(2)
Burada dikkat çekilen en ehemmiyetli husus, bu ve benzeri rivayetleri bahane ederek, hadislere şüphe uyandırılmak istenmesi ve dinin temellerinin yıkılmaya çalışılmasıdır.
Demek ki konu, hadisin doğru anlaşılıp anlaşılmama meselesi değildir. Asıl mesele, manası sarih olmayan bu gibi hadisleri ileri sürerek, İslam’a ve Kur’an'a hücum etmektir.
Üstad Hazretleri bu hadisleri tevil ederek, hem samimi Müslümanların şüphelerini izale ediyor, hem de dinsizlerin itiraz ve inkârlarına kesin ve mukni cevaplar veriyor.
Üstad'ımızın "mülhid" diye işaret ettiği, bu tip münafık zındıklardır. Günümüzde de bu tip insanlarla karşılaşmak mümkündür. Ama Üstad bu hadislerin hakiki manasını izhar ederek, bu dinsizlerin planını akim bırakıyor.
Bu hadisten hareketle din düşmanları; “Sizin dininiz olan İslam, dünyaya önem vermiyor, dünyayı bütünü ile değersiz görüp terk edilmesi gerektiğini söylüyor.” gibi menfi propagandalar yapıyorlar. Hâlbuki İslam’a göre; dünya ahiretin tarlası, ilahi isimlerin talim edildiği bir mekteptir ve bu cihetle Allah katında çok kıymetlidir.
Evet, dünyanın üç yüzü vardır:
Birisi Allah’ın isim ve sıfatlarına ayna olmasıdır.
Dünyanın ikinci yüzü mezradır; yani ahiret hayatının tarlası hükmündedir. Bu yüzde insan, ahiret âlemi için gerekli olan mahsulü temin eder. Burada eker, orada biçer. Dünyanın bu yüzünü de terk edip küsmek olmaz.
Üçüncü yüzü ise melabegâhtır. Yani dünyanın bu yüzü nefis ve hevanın bir oyun yeridir. Bu yüz tehlikeli ve küsülmesi gereken bir yüzdür. Zira insanları gaflet ve dalâlete atan hep bu yüzüdür. Allah’ı ve âhireti unutturan yüz bu yüzdür.
Allah’ın sinek kanadı kadar değer vermediği dünya, bu üçüncü ve fâni olan dünyadır. Yoksa Allah, dünyanın evvelki iki yüzüne ehemmiyet vermiyor demek hakikate zıttır. Yani insafsız din düşmanları, bu tasnifi görmezden gelip, "Allah bütünü ile dünyaya değer vermiyor" manasını ifşa ederek, Müslümanları dünyanın meşru nimetlerinden soğutuyorlar, hem onları tembelliğe sevk ediyor hem de İslâm’ı lekelemek istiyorlar.
İslam dini her zaman çalışıp terakki etmeyi emreder. Ona hakkıyla intisab eden ve onun ulviyet ve kudsiyetini idrak edenler her türlü terakkinin ve kemalatın zirvesine çıkarlar.
Cenab-ı Hak “İnsana çalıştığından başkası yoktur.” (Necm, 53/39) buyurarak çalışmanın vacip olduğuna işaret etmiştir. Peygamber Efendimiz (asm) de “Çalışan Allah’ın dostu ve sevgilisidir.”(3) “İki günü eşit olan ziyandadır.”(4) buyurarak, çalışmaya teşvik etmiştir. Bu bakımdan, Müslümanların büyük bir gayret, azim ve şevkle ilim, fen ve teknik sahasında terakki etmeleri gerekir.
İslam’ın ulvi hakikatlerini ve nurlu esaslarını hayatına tatbik eden fert ve milletler, her zaman tekâmül ve terakki ederler ve etmişleridir de. Asr-ı saadet, Endülüs, Selçuklu ve Osmanlı tarihleri bunun en büyük delilidir.
Bunun içindir ki, Bağdat, Semerkant, Şam, Endülüs, Kudüs, Mısır ve İstanbul gibi dünyanın gözbebeği olan şehirlerde binlerce mabed, kervansaray ve medreseler inşa edilmiş, zamanın bile tahrip edip eskitemediği binlerce sanat harikası olan eserler ve nurlu medreseler vücuda gelmiştir.
Müslümanların bugün düşmüş oldukları bu perişan vaziyeti İslam dinine bağlamak büyük bir hatadır. Bunun mesulü, İslam dininin ulvi hakikatlerini hayatlarına tatbik etmeyen ve onun güzelliklerinden istifade edemeyenlerdir.
Bediüzaman Hazretleri bu hakikati şöyle ifade etmektedir:
“İslamiyetin mağz ve lübbünü terk ederek kışrına ve zahirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık. Ve su-i fehim ve su-i edeple İslamiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti ifa edemedik. Ta, o da bizden nefret ederek evham ve hayalatın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi."
"Hem de hakkı var. Zira biz İsrailiyâtı usulüne ve hikâyâtı akaidine ve mecazatı hakaikine karıştırarak kıymetini takdir edemedik. O da ceza olarak bizi dünyada te’dib için zillet ve sefalet içinde bıraktı. Bizi kurtaracak, yine onun merhametidir. Öyleyse, ey ihvan-ı müslimîn! Geliniz, ona tarziye vereceğiz. Elbirliğiyle dest-i sadakati uzatacağız, biat edeceğiz. Onun hablü'l-metinine sarılacağız."(5)
Dipnotlar:
1) bk. Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Üçüncü Dal.
2) bk. Tirmizî, Tıbb 1, (2037).
3) bk. Tenbihu’l-Ğafilin, 1/428; Taberani, Evsat, 8/80; Beyhaki, Şuabu’l-İman, 2/88.
4) bk. İhya, 4/335; Aclunî, Keşfu’l-Hafa, 2/276.
5) bk. Muhakemat, Giriş.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü