"Eğer Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam hayat-ı içtimaiye ve şahsiyesinde daima harikuladelere ve mucizelere istinat etseydi, o vakit imam-ı mutlak ve rehber-i ekber olamazdı." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
“Rabbim beni en güzel şekilde terbiye etti, edeplendirdi.” (bk. Suyuti, C. Sağir, 1, 12; Münavi, Feyzü’l-Kadir, I, 224, h. no: 310) buyuran Habib-i Edip Efendimiz (asm)’in, kendindeki bu en güzel terbiye modelini başkalarına da aksettirmeye çalışmış, ayrıca bütün âlemlerdeki terbiye tecellilerine müminlerin dikkatlerini çekmiş, onları tefekküre, hayrete ve şükre davet etmiştir.
Resulullah Efendimiz (asm)’in kalp ve ruhundaki bu terbiyenin ulviyetini ve derinliğini anlamaktan aciz olduğumuzu Üstad'ımızın şu cümlesi harika bir şekilde ortaya koymaktadır:
"Hem İsm-i Âzama mazhar olan Resul-ü Ekrem Aleyhissalatü Vesselamın bir ayette mazhar olduğu feyz-i ilahi, belki bir peygamberin umum feyzi kadar olabilir." (bk. Sözler, Yirm, Dördüncü Söz, Üçüncü Dal)
Peygamberleri Allah bizzat terbiye ederek kavimlerine elçi olarak göndermiştir. Habib-i Edib Efendimiz (asm.) ahir zaman peygamberi olarak hususi bir terbiyeden geçmiş ve kıyamete kadar gelecek bütün insanlık âleminin ve cinler taifesinin peygamberi olmuştur.
"Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nev-i beşere muktedâ ve imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Ta ki, o nev-i insanî, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyedeki düsturları ondan öğrensin ve Hakîm-i Zülkemâlin kavânin-i meşietine itaate alışsınlar ve desâtir-i hikmetine tevfik-i hareket etsinler."
"Eğer Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam hayat-ı içtimaiye ve şahsiyesinde daima harikulâdelere ve mucizelere istinad etseydi, o vakit imam-ı mutlak ve rehber-i ekber olamazdı." (Lem'alar, On Üçüncü Lem'a.)
"Hakîm" ismi, iş ve icraatlarında hikmet ve fayda gözeterek hareket eden demektir. Hakîm-i Zülkemâl terkibi, bütün iş ve emirleri son derece hikmetli ve yanlışsız olan manasına geliyor.
Allah’ın hikmeti, insanlara kendi içlerinden birisini elçi olmayı icap ettiriyor. Şayet peygamberler insanlar içinden değil de meleklerden seçilmiş olsa idi, insanların meleklere iktida edip uyması mümkün olmazdı. Çünkü melekler her hususta insanlara rehber ve model olamaz. Mesela yeme, içme ve uyuma gibi insanî haller hususunda bizim melekleri rehber almamız mümkün değildir. Çünkü onlar bu sayılanlardan azadedirler.
İşte bu gibi sebeplerden dolayı ilahi hikmet insanlara, kendi içlerinden insanlığın en hayırlısını göndermiştir. Bu tercih ve icraat da Allah’ın Hakim isminin bir tecellisi oluyor. Nitekim nir ayette mealen şöyle buyurulur:
“Size kendi içinizden gayet izzetli bir peygamber geldi. Zahmete uğramanız ona ağır gelir. (Kalbi) üstünüze titriyor. O, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.” (Tevbe, 9/128)
Ayet-i kerimede haber verildiği gibi, Allah Resûlü (asm), kendi içimizden ve kendi cinsimizdendir. O, melek değil, beşerdir. Resul-i Ekrem Efendimiz (asm)’in insan cinsinden gönderilmesi büyük bir rahmettir. Eğer beşer olarak gönderilmese idi, insanlara önder ve rehber olamazdı. Bediüzzaman Hazretleri bu hakikatı şöyle izah eder:
"Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın, çendan her hâli ve her tavrı, sıdkına ve nübüvvetine şahit olabilir. Fakat her hâli, her tavrı harikulade olmak lazım değildir. Çünkü Cenâb-ı Hak onu beşer suretinde göndermiş, ta insanın ahval-i içtimaiyelerinde ve dünyevi, uhrevi saadetlerini kazandıracak a’mâl ve harekâtlarında rehber olsun ve imam olsun ve herbiri birer mu’cizât-ı kudret-i İlahiye olan âdiyat içindeki harikulade olan sanat-ı Rabbaniyeyi ve tasarruf-u kudret-i İlahiyeyi göstersin. Eğer ef’âlinde beşeriyetten çıkıp harikulade olsaydı, bizzat imam olamazdı; ef’âliyle, ahvaliyle, etvarıyla ders veremezdi." (Mektubat, On Dokuzuncu Mektup, Dördüncü Nükteli İşaret)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Anlaşılan keyfiyet kemiyet konusunu dikkatlice tahkik etmemişiniz. Allah sayı çokluğuna değil amelin keyfiyetine değer veriyor. Peygamberler diğer insanlara sayı çokluğu açısından değil keyfiyet açısından üstündürler. Yani nebilerin az ameli diğer insanların çok amelinden daha faziletli daha keyfiyetlidir.
Hem de, deniz yüzü ile katrenin gözbebeği, güneşin tamam-ı aksini tutmakta müsavidirler. Fark keyfiyettedir. Hazret-i Mûsâ (a.s.) ve Hârun'un (a.s.) deniz-misal âyine-i ruhlarına in'ikâs eden mahiyet-i sevap, bir katre hükmünde bir abd-i mü'minin bir âyetten aldığı aynı mahiyet-i sevaptır. Mahiyetçe, kemiyetçe birdirler. Keyfiyet ise, kabiliyete tâbidir.
Hem bazan olur ki, birtek kelime, birtek tesbih öyle bir saadet hazinesini açar ki, altmış sene hizmetle o açılmamış. Demek bazı hâlât oluyor ki, birtek âyet, Kur'ân kadar fayda verebilir.
Hem İsm-i Âzama mazhar olan Resul-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bir âyette mazhar olduğu feyz-i İlâhî, belki bir peygamberin umum feyzi kadar olabilir. Veraset-i Ahmediye ile İsm-i Âzam zılline mazhar bir mü'min, kendi kabiliyeti itibarıyla, kemiyetçe bir nebînin feyzi kadar sevap alıyor denilse, hilâf-ı hakikat olamaz. Yirmi Dördüncü Söz
Peygamberimiz maruz kaldığı musibetlere karşı gösterdiği sabırla, hz. bilal-ı habeşiye, hz. hubeyb e ve diğer sahabelere örnek olmuştur ve işkencelere maruz kalan sahabelere verdiği manevi moralle onların sabır kuvvetini ve dayanma gücünü arttırmıştır. mesela hz. ammar a, ey ammar ailesi sabredin, sizin mükafatınız cennettir diyerek onlara manevi destek olmuştur. belki peygamberimizin maruz kaldığı musibetlere, işkencelere, hz. bilal, hz. hubeyb maruz kalsaydı belki dayanamayacaklardı. kızgın kuma yatırılıp işkence göre o sahabelerin bir imtihanıydı, ve ALLAH hiç kimseye kaldıramayacağı bir yük yüklemezdi, nitekim sahabeler de o işkencelere dayanmışlar, vazgeçmemişlerdi, sahabe olmak kolay değildi ve ALLAH onları kuran da sena etmişti. ALLAH, her olayda bir hikmet vaz etmiş, mesela hz. ammar, bir gün yapılan işkencelere dayanamayarak, kalben değil de dille, resulullahın peygamberliğini inkar etmiş, peygamberimiz, kalben inkar etmediysen günah yoktur müjdesini vermiş, hz. bilal de, hz. hubeyb de katlandıkları işkencelerin mükafatını almış ve alacaktır. Peygamberimizin hayatında karşılaştığı sıkıntılar veya peygamberimizin ölümünden önce maruz kaldığı şiddetli ağrılar, hz. bilal ve hz. hubeybin başına gelseydi belki dayanamayacaklardı. zaten, sahabeler şu sıkıntıyı çekmiş, peygamberimiz bu sıkıntıları çekmiş diye sahabelerle, peygamberimiz arasında bir karşılaştırma yapmak, bir kıyas yapmak yanlış. biz ALLAH a, islama hizmet uğrunda başımıza gelmiş ve gelecek her musibete, her sıkıntıya karşı sabırla mükellefiz ve bu dava uğrunda gelecek olan sıkıntıların başımız üstünde yeri var, ve islama hizmet uğrunda ben şöyle bir belaya katlandım diye benlik, kibir yapamayız, o dayanma gücünü ALLAH vermiş ve bila-l habeşi de hiç bir zaman ben, resulullahtan daha çok musibetlere katlandım diye bir şey dememiş ve demez de..