"Ehl-i hakikatin sohbetine zaman, mekân mâni olmaz... Biri şarkta, biri garpta, biri dünyada, biri berzahta olsa da rabıta-i Kur’âniye ve imaniye onları birbiriyle konuşturur." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Kur'an ve iman bağının mü’minleri birbirleri ile konuşturup, irtibatlandırması meselesini iki şekilde anlamak mümkündür:
Birisi: Kur'an ve iman esasları; mü’minleri manevî olarak müşterek mâna üzerinde birleştiriyor. Kâinattaki hâdiseleri anlamak ve arka cephesindeki mânaları idrak etmek hususunda aynı heyecanı ve fikri veriyor. Bu yüzden mekân ve zaman uzaklığı bu vifak ve ittifakı bozmuyor.
Mesela, bundan bin dört yüz yıl önce, sahabelerin ruh dünyası ne ise, şimdiki mü’minlerin de kısmen ruh dünyası aynıdır. Kur'an ve iman münasebeti sayesinde bin dört yüz yıl önce yaşamış mü’minlerin heyecan ve duygularını bilebiliyoruz, seviyemize göre hissedebiliyoruz. Ya da aynı zamanda ama uzak mekânlarda olan mü’minler, yine Kur'an ve iman münasebeti sayesinde adeta farklı mekânlarda yaşayan ruhlar gibidirler. Bu durum dünyada böyle olduğu gibi, ahirette de böyledir. Şimdi ahirette olan mü’minlerin ahvalini Kur'an ve iman sayesinde bilebiliyoruz, onlar bizi zaten görüp seyrediyorlar.
Ama Kur'an ve iman münasebeti insanın hayatından çıksa, o zaman bütün zaman ve mekânlar sağır bir oda gibi olur, bütün o ince ve latif irtibatlar kopar, bütün hayatı, bulunduğu an ve mekân olur. Bu birinci şekil irtibat daha çok manevî ve fikrî bir boyuttur.
Ehl-i hakikatin akıl, kalb, ruh ve manevî latifeleri inkişaf ettiği için, maddî kayıtlardan ve zorluklardan sıyrılıp, maneviyatın kayıtsız, mekânsız ve zamansız iklimine girerek birbirleri ile irtibat kurabilirler. Onların irtibatını madde ve zaman sınırlandıramaz. Onun için biri doğuda, biri batıda, biri dünyada, diğeri berzahta da olsa aralarında irtibat sağlayabilirler.
"Birimiz şarkta, birimiz garpta, birimiz cenupta, birimiz şimalde, birimiz âhirette, birimiz dünyada olsak, biz yine birbirimizle beraberiz. Kâinatın kuvveti toplansa bizi yüksek Üstad Said Nursî'den ve Risale-i Nur'dan ve bizi bizden ayıramazlar. Zira biz Kur'ân'a hizmet ediyoruz ve edeceğiz. Âhiret hakikatine inandığımız için, mânevî olan bu sevgi ve tesanüdümüzü elbette hiçbir kuvvet sökemeyecektir. Çünkü bütün Müslümanlar saadet-i ebediye makarrında toplanacaklardır."(1)
Evet, mü’minler iman ve itikat birliği noktasından diğer mü’min kardeşleri ile kalbi bir alaka içindedirler. Hatta birisi doğuda birisi batıda, birisi kabirde birisi dünyada da olsa bu kalbî alaka bir zarar vermiyor. Üstadımızın şu ifadesi bu hususu çok güzel bir şekilde izah etmektedir:
"Bizim gibi hakikat ve âhiret kardeşlerin, ihtilâf-ı zaman ve mekân, sohbetlerine ve ünsiyetlerine bir mâni teşkil etmez. Biri şarkta, biri garpta, biri mazide, biri müstakbelde, biri dünyada, biri âhirette olsa da, beraber sayılabilirler ve sohbet edebilirler. Hususan bir tek maksat için bir tek vazifede bulunanlar, birbirinin aynı hükmündedirler. Sizi her sabah yanımda tasavvur edip, kazancımın bir kısmını, bir sülüsünü -Allah kabul etsin- size veriyorum. Duada, Abdülmecid ve Abdurrahman ile berabersiniz. İnşaallah her vakit hissenizi alırsınız."(2)
Kalbin ve ruhun hayat dereceleri maddî hayatın kayıtlardan azade olduğu için, zaman ve mekân mefhumuna ait kesif kaideler burada her zaman geçerli olamaz. Bu yüzden Allah dostları için geçmiş, gelecek, dünya, ukba, uzak, yakın gibi kayıtlar işlemez. Onlar bu kayıtlardan azade olarak bir zaman bir mekânda gibi sohbet edip hasbihal edebilirler.
Bir veli istikbaldeki şakirdi ile manevî âlemde sohbet edebilir. Zira ortada beden olmasa bile insanı insan yapan ruh vardır ve daimîdir. Hatta avam insanlar bile rüya vasıtası ile geçmiş ve geleceğe gidip sohbet edebiliyorlar. Çok insanlar istikbali, rüya vasıtası ile görüyorlar. Demek istikbal cansız değil, hay ve diridir.
Aynı şekilde Risale-i Nur mesleğine sadakat ve sebat ile dâhil olmuş Nur talebelerinin farklı mekânlarda ve farklı zaman dilimlerinde olması onların kardeşliğine ve manevî münasebetine mâni’ değildir. Birisi batıda, birisi doğuda, birisi dünyada, birisi de ahirette olsa, aralarındaki manevî irtibat asla kopmaz ve bozulmaz. Samimi ihlas ve kardeşlik hissi Nur talebelerinin önündeki bu mânileri yerle bir edip, adeta bir mekânda ve aynı zaman diliminde gibi yapıyor.
Diğer bir mâna olarak Risale-i Nurları okuyan birisi aynı marifet suyu içip, aynı şevki ve aynı fikri yaşadığı için, diğer kardeşinin nasıl bir ruh halinde olduğunu iyi anlar ve onunla kuvvetli bir münasebet kurar. Bir cihetle, iki beden tek ruh gibi oluyorlar. Zaten bir maksad için hareket edenler birbirinin aynı hükmündedirler, mülahazasınca, bütün Nur talebelerinin hissiyat ve ruhiyatı aynı minval üzeredir.
Nasıl bugün dünyanın her yeri ile telsiz telefonlarla irtibat kurabiliyoruz. Demek, madde içinde şu mana mümkün olursa, maddeden ve zamandan tecerrüd etmiş kalp ve duygular için bu daha kolaydır.
İkincisi ise: Manen terakki eden mü’minlerin bedenleri de onunla beraber terakki edip nuraniyet ve letafet kazandıkları için, cesetleri ruh gibi hıffet bulup maddî kayıtlardan kurtulur. Cismi, âdeta ruh gibi bütün cismanî engel ve kayıtlardan tecrid eder. Ruh nasıl bir anda bütün varlık boyutları ile irtibat kurabiliyorsa, aynı şekilde letafet kazanmış beden ruh gibi zaman ve mekânın bütün boyutları ile irtibat kurabilir.
İmam-ı Suyutî’nin Peygamber Efendimiz (asm) ile uyanık halde sohbet etmesi, birçok evliyanın aynı anda birçok işleri görmesi, bast-ı zaman, tayy-ı mekân gibi harika kerametler meselemizi izah ve ispat eder.
Bu ikinci şekil irtibat maddî ve cismanî bir irtibattır. İnsan manevî terakki ile bedenini nuranîleştirirse, maddî ve cismanî bütün kayıtlar onun huzurunda kırılır, engeller kalkar. Bu yol herkese açıktır, ama herkes müyesser olamaz. Ama birinci şekil irtibatta en avam mü’min de hisse sahibidir.
İman ehli için Kur'an, bir merkez, bir alıcı-verici cihazı gibi, bütün inananların duygu ve düşüncelerini birbiri ile irtibatlandırıp, bir merkezden terbiye ediyor. Aynı meselelerde, aralarında müşterek payda teşkil ediyor. Kur’an öyle bir yerde ki, ona nereden bakılırsa bakılsın, aynı mana ve inceliği gösteriyor. Biri ahiretten Kur’an’a nazar eder, diğeri dünyadan, biri Çin'den bakar görür, diğeri Afrika'dan bakar, aynı şeyi görür.
Yani, Kur’an; bir merkez gibi, bütün iman ehlini birbirleri ile irtibatlandırıyor. Kur’an, adeta bir operatör gibi, bütün mahlûkata ve âlemlere hatları uzanıyor. Herkes bu ağ bağlantısı ile dilediği yere bağlanıp, irtibat kurabiliyor. Tabiî ki, herkes manevî mertebesine göre bundan istifade eder.
Dipnotlar:
(1) bk. Şualar, On Dördüncü Şua.
(2) bk. Mektubat, Yirmi Üçüncü Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü