"Ehl-i iman içinde, her bir mertebe sahibinin bir hissesi içinde bulunduğu" ifadesini izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Tahiyye, lügat manasıyla “hayır dua etme”, “malikiyet” gibi manalara gelir. Bu ifade, namazda lügat mânasıyla değil, ıstılahî olarak “hediye-i ubûdiyet” mânâsında istimal edilmektedir.
Tahiyyat, her mü’minin her namazında okuduğu küllî bir duadır. Allah Resulü (asm.) mi’racta, Cenâb-ı Hakk’a selâm makamında “Ettehiyyâtülillâh” demekle, bütün mahlûkatın ibadetlerini, tesbihlerini, hamd ve senalarını, kâinat şeceresinin en mükemmel meyvesi olarak, kendi namına Allah’a takdim etmiştir.
Bu dua bütün mahlûkatın hal ve kal dili ile yapmış olduğu tesbih ve zikirleri hulasa olarak ihtiva eden külliyetli bir duadır. Yani birisi bu duayı kasden ve güzel bir niyet ile okuduğunda, bütün mahlûkatın sayısız zikir ve tesbihlerini kendi yapmış gibi Allah’a takdim edebilir.
İnsan, küllî istidadı, harika cihazları ve mükemmel duygularıyla, bütün kâinatı kucaklayacak bir mahiyettedir. Aynı zamanda insan, Allah’ın bütün isim ve sıfatlarına en cami’ bir aynadır. Bu yüzden kâinat ve mevcudatın halifesi ve kumandanı hükmündedir.
İnsan, bütün mahlûkata vekâlet edip, bütün kâinatın lisan-ı hal ve lisan-ı kal ile yaptıkları ibadetlerin ve tesbihlerini Rabbine takdim edecek kumandan hükmündedir.
Normal şartlarda bir insan, şahsî gayret ve himmetiyle ile ebedî cennet hayatını ve cennette verilecek namütenahi nimetleri ne kazanabilir ne de hak edebilir. Ama “Tahiyyat” gibi veciz ve hulasa dualarla külliyetli bir niyet ile verilen bu nimetlere teşekkür edebilir bir vekâleti elde edebilir. “Ehl-i iman içinde, her bir mertebe sahibinin bir hissesi içinde bulunduğu” cümlesi de bu inceliğe işaret ediyor.
"Bir ehl-i iman, ebedî bir saadette, dünya kadar bir mülk-ü bâkiyi netice verecek bu kısacık ömr-ü dünyevîde ettiği ibadette bir küllî ibadet, âdetâ kendi hususî dünyasıyla beraber ibadet etmiş gibi, kendi hususî dünyası kadar bir mükâfat alacağı işârât-ı Kur’âniyeden anlaşılır..."(1)
Yani ehl-i iman, böyle külliyetli dua ve ibadetlerle ebedî saadeti kazanmış oluyor. Şayet her bir nimet için ayrıca ibadet ve şükür gerekse idi, hiçbir insan ebedî saadeti elde edip kazanamazdı
İnsanın iradesi cüz’î olduğundan, kendisine teveccüh eden hadsiz nimetlerin tamamına bir anda ve birlikte şükredemez. Onları tek tek sayması da mümkün değildir. Bu umumî şükrü ancak küllî bir niyet ile yerine getirmeye çalışabilir.
(1) bk. Emirdağ Lahikası-II, 83. Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü