"Esmâ-i hüsnâdan her birisinin tecellîgâhı olan her bir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır." İzah eder misiniz; esmâ-i hüsnâya ayinelik nasıl olur?
Değerli Kardeşimiz;
"Cenâb-ı Hak, insanı, kâinata câmi bir nüsha ve on sekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve esmâ-i hüsnâdan her birisinin tecellîgâhı olan her bir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır."
"Eğer insan, maddî ve mânevî herbir uzvunu Allah’ın emrettiği yere sarf etmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriate imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin her birisi, kendi âlemine bir pencere olur. İnsan, o pencereden, o âleme bakar ve o âleme tecellî eden sıfatla o âlemden tezahür eden isme bir mir’at ve bir âyine olur."
"O vakit insan, ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur ve her iki âleme tecellî eden, insana da tecellî eder. İşte bu cihetle, insan, sıfât-ı kemâliye-i İlâhiyeye hem mazhar olur, hem muzhir olur."(1)
İnsan üç cihetle Allah'ın isimlerine ayna olur:
• Zıddiyet cihetiyle.
• Hilkat itibariyle.
• Mazhariyet yönüyle.
1. Cenab-ı Hak kemal sıfatıyla muttasıftır. İnsan ise, kusurlu bir varlıktır. Allah kudret sahibidir, insan ise acizdir. Allah hiçbir şeye muhtaç değildir. İnsan ise, âdeta her şeye muhtaçtır. Bu cihetle insan, Kuddüs, Samed gibi isimlerle isimlendirilemez. Ancak Abdulkuddüs, Abdussamed olur.
2. Her insan, kendi üzerinde tecelli eden nice isimlere ayinedir. Mesela, sanatlı yaratılmasıyla Sani' ismini, ilahî ikramlara mazhar olmasıyla Kerim ismini gösterir. Bu cihette insan, tümüyle Allah'tan geleni gösterir bir vaziyettedir.
3. Cenab-ı Hak, insanı yaratmış ve ona ruhundan üflemiştir. Bu insan ruhunun -hâşâ- Allah'tan bir parça olması manasına gelmez. Müfessirlerin dikkat çektiği gibi, bu izafet ve nisbet teşrif içindir, tekrim içindir. Yani, insanın şerefini gösterir, onun mükerremiyetine dikkat çeker. Ayrıca, onda nice ilahî isim ve sıfatlar olduğuna işaret eder.
Mesela, Cenab-ı Hak ilim, irade, kudret gibi sıfatların sahibidir. O, bu sıfatların küçük bir numunesini insan mahiyetine dercetmiştir. İnsan, kendisinde bulunan bu cüz’î ölçücüklerle Cenab-ı Hakk'ın sonsuz sıfatlarını idrak eder. “Ben bazı şeyleri bilirim, Allah ise her şeyi bilir. Benim yaptığım şeyler, benim cüz'î irade ve kudretimi gösterir. Âlemde olan her şey Allah'ın küllî irade ve kudretine şahittir”der.
"... Ve esmâ-i hüsnâdan her birisinin tecellîgâhı olan her bir âlemden bir misal, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır."
İnsanın mahiyetine yüzlerce isim (esma) emanet olarak (vedia) bırakılmış. Bu kısa ömür içerisinde insanoğlu artık gayret ve himmetiyle bunların ne kadarını neşvunemalandırırsa...
İşte her bir isme ayinedarlık neticesinde âdeta bu isimler bir pencere olmakta ve kişinin bu isimlere ayine olması derecesinde Halık ve Râzıkımız oradan seyredilmektedir. Büyük zatların çoğu birkaç isme mazhar ve kâmil manada ayine olmuşlar. Ama tüm isimlere en azam derece de ayindarlık ise Resulullah Efendimiz (a.s.m.)'a mahsustur. Bütün güzel hasletlerin en ileri derecede bulunduğu tek ruh, ruh-u Muhammedî (asm.)'dir. Nitekim O’nun (sav.) o mukaddes şahsiyeti tarif edilirken, “Bütün esmâya kemâl derecesinde ve itidal üzere mazhar” ifadesi kullanılır. Buradaki itidal kelimesi “biri diğerinden daha ileri değil, hepsi son derece kemâlde” demektir.
Mesela; Abdüladir-i Geylani "Ya Hayy" ismine; Bediüzzaman Hazretleri "Hakim" ve "Rahim" isimlerine ayine olmaları gibi...
Aynı insan, çevresinde meydana getirdiği şeylerle Cenab-ı Hakk'ın Halık, Musavvir, Mukaddir gibi isimlerine ayna olur. Meselâ, mekanik kuşlar yapar, dev binalar inşa eder, söz dinleyen robotlar meydana getirir.
Bu cihetle insan, ikinci cihetten farklı olarak faaldir. Mesela, aynı ilim kapasitesine sahip iki insandan biri ilme yönelerek âlim olurken, diğeri lüzumsuz şeylerle meşguliyetten dolayı kayda değer bir şey öğrenmeden bu dünyadan gidebilir. Her insan, Kerim ismine mazhardır, yani kendisine nice ikramlar yapılır. Ama bu insanın başkalarına ikram etmesini kendi iradesine bırakmıştır. İradesini bu yönde kullanarak daima ikramda bulunan bir kişi haline gelebilir.
Üstad hazretleri 24. Söz’de; “... Esmâ-i hüsnânın her bir isminin feyz-i tecellîsine bir mazhar-ı câmi’ olmaya çalış” buyurmakla, insanın çalışarak elde edeceği esmâ tecellilerine dikkat çekmiş ve onu bu sahada gayret göstermeye teşvik etmiştir.
Allah (cc.) kerimdir, kullarına ihsanda bulunur, onların da birbirine yardım etmesini sever. İkram eden Allah’ın Kerim ismine mazhar olur.
Cenâb-ı Hak nihayetsiz merhamet sahibi ve affedicidir. İnsanları affeden Afüv ismine mazhar olur. İnsanların kusurlarını örten Settar ismine, her işinde âdil olan Adl ismine mazhar olur.
İnsan, fıtrat ve mahiyet olarak bütün maddî ve manevî âlemlerden numunelerle donatılmıştır. Mahlûkat içinde ne kadar âlemler ve o âlemlerde hükmünü icra eden isim ve sıfatlar varsa, insan, hepsinin manasını ve kemalini tartıp, ölçecek duygu, latife ve cihazlara sahiptir. İnsan, bu donanımı sayesinde, o sahip olduğu cihazlar penceresi ile o âlemlerle irtibat kurup, o âlemleri seyredebilir. Ve o âlemlerde geniş ve küllî tecellileri kendi, küçük ama vüs’atlı cephesine aksettirebilir.
Bu noktadan, o âlemlere tam bir ayna olur. Allah’ın bütün kemal isim ve sıfatlarını, kendi mahiyet ve fıtratında gösterebilir. İşte, hakiki manada hamd ve şükür, bu kemal isim ve sıfatlara ayna olabilmektir. Yani, Allah’ın isim ve sıfatlarını üzerimizde göstermek ve Kur'an ahlakı ile ahlaklanmak, şükrün esasını teşkil ediyor. Bu isim ve sıfatlara ayna olabilmek de ancak İslam ve şeriata uymakla ve hakiki şükrü yerine getirmekle mümkündür.
Onun için, maddî ve manevî âzalarımızı Allah yolunda kullanmak, hamdin en mühim bir şubesidir. İnsan fıtrat ve mahiyetinin bir cephesi, şu şehadet âlemine bakar. Diğer cephesi ise, gaybî ve ulvî âlemlere bakar. Bu yüzden insan, her iki âlem arasında bir irtibat merkezi gibidir. Bir yüzü bu tarafa bakarken, diğer yüzü diğer tarafa bakar. Onun için, mahlûkat içinde, Allah’ın bütün nimetlerine ve ikramlarına karşı küllî bir şükür ile mukabele edecek tek varlık insandır.
İnsan, mahiyet ve fıtrat olarak, iki yönü ve iki yüzü olan bir varlıktır. Bir yüzü maddî ve cismanîdir, şu şahid olduğumuz maddî âleme bakar. Diğer yüzü ise ruhanî ve manevîdir, gaybî âlemlere bakar. İnsan nasıl dili ile maddî yiyecekleri ve içecekleri tadar ve tartarsa, aynı şekilde gaybî âlemlere ait meseleleri de vicdan terazisi tartar ve hisseder.
Beden bu maddî âlemin nasıl küçük bir misali, numunesi ve modeli ise, insandaki ruh da gaybî ve ahiret âlemlerinin bir hulasası ve küçük bir modelidir. Bedendeki hasseler, bu maddî âlemde olan her şeyi bir nevi nasıl kuşatıyor ise, ruh da aynı şekilde manevî âlemleri kuşatıyor. Maddî âlemde tecelli eden isim ve sıfatları tartıp tanıyan bu bedene takılan duygu ve cihazlardır. Manevî âlemlerde, yani âlem-i ahirette tecelli eden isim ve sıfatları tartıp tanıyan da ruhtur.
Allah’ın mülkünden olan maddî ve manevî âlemlerde tecelli eden isim ve sıfatlar, aynı şekilde mülkünün hulasası ve küçük bir modeli olan insanda da tecelli eder. İnsan her iki âlemde tecelli eden isim ve sıfatları üzerinde cem eden yegâne varlıktır. Nasıl Allah’ın isimleri içinde İsm-i Azam var ise, isimlerin tecelli ettiği mazharlar içinde, mazhar-ı âzam da insandır.
"Demek nasıl esmada bir İsm-i Azam var; öyle de o esmanın nukuşunda dahi bir nakş-ı azam var ki, o da insandır." (33. Söz)
İnsan; “şecere-i kâinatın en son ve en mükemmel meyvesi” olduğundan, kâinatta tecelli eden bütün isimler insanda da tecelli etmiştir. Hatta insan bu noktada kâinattan çok daha cami’dir. İsm-i âzamda bütün esma var olduğu gibi, insanda da bütün isimler tecelli etmiştir. Üstadımız bu noktadan insana nakş-ı âzam demektedir.
İnsan, bütün varlık âleminde azametli ve şa’şaalı olarak tecelli eden isimler, insanda da cüz’i ve okunaklı olarak tecelli etmiştir. Bu sebeple insan, Allah’ın bütün isimlerine bir aynadır. Yani insan sahip olduğu maddî ve manevî cihazlar ve latifeler sayesinde, Allah’ın kâinatta tecelli eden bütün isimlerini tartıp idrak edebiliyor. Mesela, göz ile Basir isminin tecelli mahalli olan şehadet âlemini seyredip, Basir ismine hem ayna, hem de müdrik oluyor.
(1) bk. İşaratü'l-İ'caz, Fatiha Suresi Tefsiri.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar