"Ey üç yüz sene sonra gelenler! Şu kal’anın başında bir medrese-i Nuriye çiçeğini yapınız." Üç yüz sene hangi tarihtir, bu cümledeki mana tahakkuk etti mi?
Değerli Kardeşimiz;
"Tarih denilen mâzi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim. Siz inşaallah cennet-âsâ bir baharda gelirsiniz. Şimdi ekilen nur tohumları zemininizde çiçek açacaklar."
"Sizden şunu rica ederim ki, mâzi kıt'asına geçmek için geldiğiniz vakit mezarıma uğrayınız. O çiçeklerin birkaç tanesini, mezartaşı denilen, kemiklerimi misafir eden toprağın kapıcısının başına takınız."
"Yâni, İhtiyar Risalesinin On Üçüncü Ricasında beyan ettiği gibi, Medresetü'z-Zehranın mekteb-i iptidaîsi ve Van'ın yekpare taşı olan kalesinin altında bulunan Horhor medresemin vefat etmesi ve Anadolu'da bütün medreselerin kapatılmasıyla vefat etmelerine işaret ederek, umumunun bir mezar-ı ekberi hükmünde olmasına bir alâmet olarak, o azametli mezara azametli Van Kalesi mezartaşı olmuş. 'Ey üç yüz sene sonra gelenler! Şu kalenin başında bir medrese-i Nuriye çiçeğini yapınız. Cismen dirilmemiş, fakat ruhen bâki ve geniş bir heyette yaşayan Medresetü'z-Zehrayı cismanî bir surette bina ediniz.' demektir."
"Zaten Eski Said ekser hayatı o medresenin hayaliyle gitmiş ve o matbu risalenin 147'nci sayfadan tâ 157'nci sayfaya kadar Medresetü'z-Zehranın tesisine ve faydalarına dair ehemmiyetli hakikatleri yazmış."(1)
Burada asıl mesele rakam değil, istikbalden haber verilmesidir. Yani Üstad, müstakbel nesillere hitaben diyor ki; "Bu zamanda kapatılan medreselerin yerine, günün şartlarına uygun olarak, eski medreselerin işini görecek yeni medreseler açın."
Hakikaten de Üstad'ın bu tavsiye ve temennisi fazlası ile ifa edildi. Hamdolsun bugün dünyanın her tarafındaki Nur dershaneleri, kapatılan eski medreselerin vazifesini hakkı ile ifa etmekte ve etmeye de devam edecektir.
Üstad Hazretleri, Avrupa’nın fen ve san’at silahı ile Müslümanları esaret altına almasının acısını ruhunun en derinliklerinde hissetmiş, bu sahada terakki etmeleri için din ilimleriyle fen ilimlerinin birlikte okutulacağı, Doğu’nun maddî ve manevî terakkiye vesile olacağına inandığı “Medreset-üz Zehra” adında bir darü’l fünun merkezinin kurulması için büyük gayret göstermiştir.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri, batıl kanaatlerin ve yanlış düşüncelerin yıkılması ve milletin derin gaflet uykusundan uyandırılması için Doğu’da kurulacak bir darulfünunun vücub derecesinde zaruri olduğunu ifade etmiş ve bu hususta selahiyetli devlet ricalini ikaz etmiştir.
Hiç şüphesiz ki, içtimaî hastalıkların yegâne menbaı, hakiki sebebi ve bütün felaketlerin en müessir amili cehalettir. İlim ve irfandan mahrum olan bir millet hakir ve zelil olarak yaşamaya mecbur olur.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri şöyle buyurur:
“Bizim düşmanımız cehalet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı san’at, marifet, ittifak silâhiyle cihad edeceğiz.” Tarihçe-i Hayat)
İlim, san’at ve marifet, beşerin maddî ve manevî saadetine, milletin ferdî ve içtimaî terakkisine vesiledir. Böylece terakki eden milletler, insanlık âleminin hâkimi, medeniyetin de üstadı olurlar. Dinimiz her sahada olduğu gibi, ilim ve san’at sahasında da Müslümanların yükselmelerini emreder. Maddeten güçlü olmayan devletler hiçbir meselede söz sahibi olamaz; zengin ve gelişmiş devletlerin tahakkümü altına girmeye mecbur kalırlar. Her zaman hakları ellerinden alınır, mazlum durumuna düşer, tedenni eder, sefil ve perişan bir vaziyette yaşamaya mahkûm olurlar.
Üstad Hazretleri maddeten terakki etmenin ehemmiyetini şöyle nazara verir:
“Bu zamanda i’lâ-yı Kelimetullah, maddeten terakkiye mütevakkıf ve medeniyet-i hakikiyeye girmekle i’lâ-yı Kelimetullah edilebilir.” Hutbe-i Şamiye)
(1) bk. Emirdağ Lâhikası-II, 82. Mektup.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü