"Fakat bir şartla ki, kendinin zail ve hayatıyla bağlı kararsız dünyasını haricî dünyaya iltibas etmemektir..." Bu cümleyi açıklar mısınız?
Değerli Kardeşimiz;
"Dünyanın fâni yüzüne karşı olan aşk-ı mecazî, eğer o âşık, o yüzün üstündeki zeval ve fenâ çirkinliğini görüp ondan yüzünü çevirse, bâki bir mahbup arasa, dünyanın pek güzel ve âyine-i esmâ-i İlâhiye ve mezraa-i âhiret olan iki diğer yüzüne bakmaya muvaffak olursa, o gayr-ı meşru mecazî aşk, o vakit aşk-ı hakikîye inkılâba yüz tutar. Fakat bir şartla ki, kendinin zâil ve hayatıyla bağlı kararsız dünyasını haricî dünyaya iltibas etmemektir. Eğer ehl-i dalâlet ve gaflet gibi kendini unutup, afaka dalıp, umumî dünyayı hususî dünyası zannedip ona âşık olsa, tabiat bataklığına düşer, boğulur. Meğer ki, harika olarak bir dest-i inâyet onu kurtarsın."(1)
İnsanı gaflete düşüren en ehemmiyetli sebeplerden birisi de bu fani dünyada ebedî kalacakmış gibi tevehhüm etmesidir. Yani insanı aldatan en en mühim sebeb;“tevehhüm-ü ebediyettir.”
"Vehim kuvvesi" insana verilen manevî sermayelerden biridir. İnsan bu kuvveyi yerinde kullanmakla hem dünya hayatına şevkle çalışır, hem de “Ene bahsi"nde güzelce izah edildiği gibi, kendine ihsan edilen sıfatlarla ve kabiliyetlerle Allah’ın sıfatlarına ve şuûnatına bir derece bakma imkânı bulur.
İnsan akıl kuvvesi sayesinde, bu dünyanın fani olduğunu ve her nefis gibi onun da bir gün ölümü tadacağını bilir. Bu bilgi onu sadece dünyaya çalışıp ahiretini unutma gafletinden kurtarır. Ancak, insanın bu fani dünyaya da belli bir mesai ayırması gerekir. İşte vehim kuvvesi bu vazifeyi yapar ve insan sanki hiç ölmeyecekmiş gibi dünyaya da çalışabilir.
Vehim kuvvesini yanlış kullanan kişi, dünyada ebedî kalacağını vehmederek gaflete dalar, ibadetlerini aksatır, her gün kılacağı beş vakit namazı istikbalin bütün günlerine teşmil eder, büyük bir rakam ortaya çıkarır ve bunun altından kalkamayacağını düşünerek namazdan kaçar.
Dünyanın demirbaşı hükmünde olan eşyanın bir derece sabit ve devamlı olması insanı aldatıyor. İnsan etrafına bakıyor; dağlar, ovalar, nehirler, güneş gibi unsurlar milyonlarca yıldır vazifesini yapıyor ve yok olmuyor. Nefiste de muhakemeden çok hissiyat galip olduğu için, etrafındaki bu devamlılığa bakarak kendisinin de devamlı ve sabit olduğu ahmaklığına hükmediyor. Yalnız bütün eşyanın ölümü olan kıyametten korkuyor. Hâlbuki kendi kıyameti yanı başında onu gözlüyor. Güya kıyamete kadar yaşayacakmış gibi, ondan korkup, ürküyor. Bu, nefsin bir aldatmasıdır ve manevî bir hastalıktır.
"Bil ki galat-ı his nevinden gayet muvakkat dünyayı lâyemut ve daimî görüyorsun. Etrafına ve dünyaya baktığın zaman bir derece sabit ve müstemir gördüğünden, fâni nefsini de o nazar ile sabit telakki ettiğinden, yalnız kıyametin kopacağından dehşet alıyorsun. Güya kıyametin kopmasına kadar yaşayacaksın gibi yalnız ondan korkuyorsun. Aklını başına al. Sen ve hususi dünyan, daimî zeval ve fena darbesine maruzsunuz. Senin bu galat-ı hissin ve mağlatan şu misale benzer ki:"
"Bir adam, elinde olan âyinesini bir hane veya bir şehre veya bir bahçeye karşı tutsa misalî bir hane, bir şehir, bir bahçe o âyinede görünür. Edna bir hareket ve küçük bir tagayyür âyinenin başına gelse, o hayalî hane ve şehir ve bahçede herc ü merc ve karışıklık düşer. Hariçteki hakiki hane, şehir ve bahçenin devam ve bekası sana fayda vermez. Çünkü senin elindeki âyinedeki hane ve sana ait şehir ve bahçe, yalnız âyinenin sana verdiği mikyas ve mizan iledir."
"Senin hayatın ve ömrün, âyinedir. Senin dünyanın direği ve âyinesi ve merkezi, senin ömrün ve hayatındır. Her dakikada o hane ve şehir ve bahçenin ölmesi mümkün ve harap olması muhtemel olduğundan, her dakika senin başına yıkılacak ve senin kıyametin kopacak bir vaziyettedir."
"Madem öyledir; sen, bu hayatına ve dünyana, çekemedikleri ve kaldıramadıkları yükleri yükletme!"(2)
Evet, insanın şahsî âlemi ve hususî dünyası her an kırılmaya mahkûm bir ayna gibidir. Haricî âlem ise aynamızda yansıyan dünyadır. Dünya bir parça sabit ve daimîdir, ama insanın ömür aynası çabuk kırılır bir şişe gibidir.
Ey nefis! Aklını başına al! Bu aldatıcı hislerden sıyrıl ve hakikatleri gör. Her gün ölen insanlara bak, vücudunda sürekli zeval bulan azalarını seyret ve ölümün ne kadar yakın olduğunu anla ve ona göre yaşa.
“Evet, bu cisim ebedî değil, demirden değil, taştan değil; ancak et ve kemikten ibaret bir şeydir. Ani olarak senin başına yıkılıyor, altında kalıyorsun. Bak zaman-ı mâzi, senin gibi geçmiş olanlara geniş bir kabir olduğu gibi, istikbal zamanı da geniş bir mezaristan olacaktır. Bugün sen iki kabrin arasındasın; artık sen bilirsin.”(3)
Dipnotlar:
1) bk. Mektubat, Birinci Mektup.
2) bk. Lem’alar, On Yedinci Lem’a, Üçüncü Nota.
3) bk. Mesnevi-i Nuriye, Katre.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Allah razı olsun ne kadar da güzel izah etmişsiniz.
Fakat bir şart ile ki kendinin zail ve hayatıyla bağlı kararsız dünyasını, harici dünyaya iltibas etmemektir. Bu cümlenin, paragrafıyla olan ilişkisini açıklayabilir misiniz? Eğer iltibas edersek ne olur? Ve umumi dünyayı hususi dünyası zannedip ona aşık olmak nasıl olur?
Harici dünya uzun ve sağlam olduğu için insan kendi kısa ve fani hayatını onunla karıştırırsa kendininde uzun ve sağlam olduğu vehmine kapılır ve gaflete düşerek kendini layemut (ölümsüz)zanneder.
Oysa insanın hayatı kısa, fani ve her an dağılmaya müsait bir yapıdadır bunun bilincine varan insan dünyanın fani süsüne kanmaz kalbini ona bağlamaz ölüm gerçeğinin farkındalığı ile yaşar.
İnsanın hususi dünyası zail ve kararsız iken harici dünya uzun, sağlam ve kararlı bir yapıdadır. İnsanı gaflete düşüren temel neden bu iki dünyanın ayrımını yapamayarak ikisini bir biri ile karıştırmasıdır.