"Felâsifenin bir taifesi, Cenâb-ı Hakk’a 'mucib-i bizzat' demişler, ihtiyarını nefyetmişler, ihtiyarını ispat eden bütün kâinatın nihayetsiz şehadetlerini tekzip etmişler." Bu fikri savunanlar kimlerdir? "Mucib-i bizzat" ıstılahını izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Mucib-i Bizzat: İradesiyle değil de varlığı mahiyeti geriği her şeyi yapmaya mecbur olan demektir. Yani -haşa- "Allah her şeyi yaratmak ve her şeye icadet etmek mecburiyetindedir." Bu ise akıl ve mantık dışı bir batıl görüştür. Zira Allah her şeyi kendi iradesine bağlı olarak yapar. Allah'ı bir şey yapmaya mecbur kılan hiçbir sebep yoktur. Rahmet ve merhametiyle bu âlemi ve içindekileri yaratmıştır.
Besmele bahsinde geçen ve konumuza ışık tutacak şu paragrafa bakalım:
"Şu hadsiz kâinatı şenlendiren, bilmüşâhede, rahmettir. Ve bu karanlıklı mevcudatı ışıklandıran, bilbedâhe, yine rahmettir. Ve bu hadsiz ihtiyacât içinde yuvarlanan mahlûkatı terbiye eden, bilbedâhe, yine rahmettir. Ve bir ağacın bütün hey'etiyle meyvesine müteveccih olduğu gibi, bütün kâinatı insana müteveccih eden ve her tarafta ona baktıran ve muâvenetine koşturan, bilbedâhe, rahmettir…" (Lem'alar, On Dördüncü Lem'a, İkinci Makam)
Bu konuda sitemizdeki bir cevaptan bir bölüm nakledelim:
“Farabi ve İbni Sina gibi felsefeciler Allah’ı ilk sebep olarak görüyorlar ve varlıkların da ondan zorunlu bir şekilde çıktığını iddia ediyorlar. Bu nazariyeye 'Sudûr Nazariyesi' de denmektedir."
"Sudûr, bir şeyin bir şeyden zorunlu çıkmasını ifade eden bir kelimedir. Dolayısı ile sudûr ile irade birbirini cerh eden iki tabirdir. Sudûr varsa irade yoktur, irade varsa sudûr söz konusu değildir."
"Sudûr nazariyesine göre kâinat, İlâhî Varlık'tan tedricî olarak genişleme ve yayılma yoluyla meydana gelmiştir.” (Bir kısım feylesofların irade-i İlâhiyeyi nefiy...)
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü