Risaletin; ehadiyete bakması ile mi'racın "velayet-i Ahmediyenin (a.s.m.) keramet-i kübrâsı, hem mertebe-i ulyası" olması ne demektir? "Mi'racın batını velayettir; halktan Hakka gitmiş. Zahir-i mi’rac risalettir; Hak'tan halka geliyor." İzahı nasıldır?
Değerli Kardeşimiz;
"... Mirac ise, velayet-i Ahmediyenin (a.s.m.) keramet-i kübrâsı, hem mertebe-i ulyası olduğundan, risalet mertebesine inkılap etmiş..." (Sözler, Otuz Birinci Söz, Birinci Esas.)
Risaletin ehadiyete bakmasında Vahid ve Ehad isimlerinin manalarını hatırlamak gerekiyor. Her iki isim de Allah’ın birliğini ifade eder.
Vahid ismi ilahi sıfatların sonsuz ve mutlak olduğu ve bu noktada şerikten münezzeh olduğu cihetle Allah’ın birliğini ifade eder.
Ehad ismi ise zatının vacip, kadim, baki…olması cihetiyle şeriklerden münezzeh olduğunu ders verir. Yani, sıfatları sonsuz ve mutlak olan ancak Allah olduğu gibi, zatı vacip, kadim ve baki olan da yine ancak odur.
Besmelenin ikinci sırrını hatırlayalım:
Güneş'in ziyasının bütün eşyayı ihata etmesi vahidiyete, her parlak şeyin Güneş'in zatını aksi vasıtasiyle göstermesi ise ehadiyete misal verilmişti. Konunun daha rahat anlaşılması için ziyadaki ısı özelliği üzerinde duralım. Bütün aynalardaki tecellilerde ısı olması bütün bu ısıların bir tek Güneş'ten geldiğini gösterdiği gibi, Güneş'in aynadaki bir aksinde ısı olması da Güneş'in ısı sahibi olduğunu daha açık olarak bildirir.
Bu misali risalet ve velayet meselesine şöyle tatbik edebiliriz:
Güneş'in ısı sahibi ve bütün ışıkların kaynağı olduğunu bilmek için velayet mesleğinde bütün tecellilerde bir seyahat, bir nevi seyrü sülûk gerektiği halde, risalet cenahında Güneş'in aynadaki zâtî tecellisine bakıp ondaki ısıdan Güneş'in ısı sahibi olduğunu bilmek hem daha kuvvetli, hem daha kısa bir yoldur.
Ovaları, dağları aydınlatan ışık, güneş ışığının bir gölgesi gibidir, aynanın içindeki ışık ise doğrudan güneşin zatını göstermektedir.
Bu ehadiyete mazhar olma meselesi Otuz İkinci Söz'de de şöyle izah edilmektedir:
"... Belki (Allah'ın) iki nevi tecelliyat-ı sıfatı var:
Biri, vahidiyet sırrıyla ve vesait ve esbab perdesi altında ve bir kanun-u umumî suretinde tasarrufatıdır.
İkincisi, ehadiyet sırrıyla, perdesiz, doğrudan doğruya, hususî bir teveccühle tasarruftur.
İşte, ehadiyet sırrıyla, doğrudan doğruya olan ihsanı ve icadı ve kibriyâsı ise, vesait ve esbabın mezâhiriyle görünen âsâr-ı ihsanından ve icad ve kibriyâsından daha büyük, daha güzel, daha yüksektir demektir." (bk. age., Otuz İkinci Söz, İkinci Mevkıf.)
Velayet; Peygamber Efendimiz’in (asm.) kulluğunu, risâlet ise tebliğ cihetini ifade eder. Onun kulluk şuurundaki erişilmez mertebesi, Allah’a iman, muhabbet ve havf sahasındaki hayallerin ulaşamayacağı yücelik ve derinlik, ibadetlerden aldığı feyz, duyduğu haz, ahlakındaki o eşsiz güzellikler hep velayet cihetinin meyveleridir.
Mi'raç, o zatın bütün velayetlerin üstündeki o büyük velayet makamının büyük bir kerametidir. Yani o büyük velayet makamına Allah’ın hususi bir ihsanıdır.
"...Mi’racın batını velayettir, halktan Hakk'a gitmiş. Zahir-i mi’rac risalettir, Hak'tan halka geliyor..." (bk. age., Otuz Birinci Söz, Birinci Esas.)
Mi’racın "velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) keramet-i kübrâsı… olduğu” konusundaki açıklamalar bu şık için de geçerlidir.
İlave olarak, zahir-i mi’rac ve mi’racın batını üzerinde biraz duralım:
Mi’rac denilince aklımıza öncelikle zahir-i mi’rac, yani mescid-i Haram'dan başlayan İsra mucizesi ve onu takip eden mi’rac yolculuğunun tamamı gelir. Mi’racın batını ise Allah Resûlünün (asm.) bu mukaddes yolculuğa liyakat kesbetmesini sağlayan ön şartlar, yani onun ubudiyet yönündeki eşsiz üstünlüğüdür. Bu ikinci cihet Peygamber Efendimiz (asm)'in velayet cihetidir, Allah’ın sevdiği en makbul ve mükemmel kul olarak sanki bütün insanlık namına Hakk’a uruc etmiş, rü’yetine mazhar olmuş ve risalet cihetiyle de Hak'tan halka mi’rac hediyelerini getirmiştir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü