"Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Ey zevk ve lezzete mübtelâ insan! Ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hâdiselerle aynelyakîn bildim ki, hakiki zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imândadır ve imân hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır."(1)
a. "Binler tecrübeler, hüccetler ve hadiselerle aynelyakin bildim ki,.." ifadesini nasıl anlamalıyız? Üstadımız nelere şahit olmuş olabilir?
b. İman dairesinde olanların elemleri, kederleri, hayat sıkıntıları olmuyor mu?
c. Dünyevi lezzetler için; "bir üzüm tanesi yedirir on tokat vurur" ne demektir?
d. Üstat Hazretleri, “Hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır.” buyuruyor. Hâlbuki günümüzde strese karşı neşeli olmak, gülmek, eğlenmek tavsiye ediliyor. Dengeyi sağlamak adına Risalelerde ne tavsiye ediliyor?
a. Önce şunu ifade edelim: Buradaki sözü edilen "aynelyakîn", imandaki “yakîn” mânâsında değil, hâdiselere bizzat şahit olma mânâsında kullanılmıştır. Yani Üstadımız başından geçen yahut şahit olduğu bütün hâdiselerin verdiği tecrübe ile iman dairesinde huzur ve saadetin, günah dairesinde de elem ve huzursuzluğun olduğunu ifade ediyor.
Üstad Hazretleri, kendi ifadesiyle, “her şeyde rahmet-i İlahiyenin izini, özünü, yüzünü” gören büyük bir mürşid olduğu için, bütün musibetleri ve maruz bırakıldığı bütün elemleri gülerek karşılamış, başına imtihan cihetiyle gelen bütün sıkıntılarda, hapislerde, sürgünlerde, ihanetlerde hiç sarsılmamış ve bunların hepsinde inayet-i İlahiyenin bir cilvesi olduğunu hissetmiş, talebelerini de bu noktada sabır ve tahammüle teşvik etmiştir. Bunların çok az bir kısmı Lahika Mektuplarında yazılmakla beraber, büyük kısmı Üstad'ın âhirete göçmesiyle birlikte bizim bilgi sahamızdan kaybolmuştur.
b. Nurlarda geçen, “Bize tattırdığın nimetlerin asıllarını, menbalarını göster.” cümlesinden de anlaşılacağı gibi, bu dünya gölgeler âlemidir, asıllar âhirettedir. Dünyadaki bahçeler, cennet bahçelerinin gölgeleri, dünyadaki nehirler cennet ırmaklarının gölgeleri olduğu gibi, dünyadaki zevkler ve hazlar da cennettekilerin gölgeleri hükmündedir. Yani onlardan o kadar zayıf ve o kadar uzaktırlar.
Bu şuurda olan bir mü’min, “Dünyada rahat yoktur.”(2) hadis-i şerifinin ışığında, dünyanın rahat etme yeri değil, çalışma yeri olduğunu bilir. Yaratılış gayesi olan ibadet vazifesini aksatmadan yerine getirir.
Dünya işlerini bu şekilde ebedileştiren bir mümin için hastalıklar ve musibetler de Üstad'ın ifadesiyle, birer “menfî ibadet” olurlar. Onlara sabır ve tahammül etmek, kimden geldiğini bilerek şikâyet yoluna gitmemek, çaresi olan bir müşkilin halli için sebeplere teşebbüs ettikten sonra Allah’a tevekkül etmek, mü’min için, bu dünyayı bir saadet diyarı haline getirir.
Dünyanın keder ve elemleri insan kalbini ebedî âleme çevirmeleri, günahlara kefaret olmaları, sabredenlerin derecelerini artırmaları cihetiyle, mü’min için ayrı birer rahmet vesilesidirler.
c. Dünya hakikî zevk yeri değil, bir imtihan meydanıdır. Bu meydanda, birtakım nimetleri tatsak bile, Üstad'ın buyurduğu gibi, “Tasavvur-u zevalden gelen elemler kalbi kanatıyor.” Alınan lezzet ondan ayrılmanın elemi yanında çok küçük kalıyor.
Öte yandan, dünya nimetlerine kavuşmak için büyük gayretler gösteriliyor. Çekilen sıkıntılar aylarca sürdüğü halde, alınan lezzet birkaç dakika yahut birkaç saat kadar kısa kalıyor. Bu yönüyle de bir üzüm yedirmenin bedeli yüz tokat oluyor.
“...Bu zamanda isrâfâta medar olacak para çok pahalıdır. Mukabilinde bazan haysiyet, namus rüşvet alınıyor. Bazan mukaddesât-ı diniye mukabil alınıyor, sonra menhus bir para veriliyor. Demek, mânevî yüz lira zararla maddî yüz paralık bir mal alınır.”(3)
Dünya lezzetlerini acılaştıran en büyük hâdise, firak ve ölümdür. Meselâ, gençlik ve sıhhat iki büyük nimettir, bütün lezzetlerin de kaynağıdır. Lakin bu iki nimet en fazla yirmi otuz yıl sürüyor, sonra yerini hastalığa ve yaşlılığa bırakıyor. İhtiyarlık ve hastalık dönemlerinde çekilen acılar ve sıkıntılar yanında gençlikte tadılan zevkler bir üzüm yemek kadar küçük kalıyorlar.
d. Elem ve kederin iki farklı şekli vardır. Birisi imansızlıktan veya zaaf-ı imandan neş’et eder. İnanmayan ve gaflete dalan insanlar bu üzüntülerini eğlencelerle ve sefahet ile örtmeye çalışıyorlar. Ölümü ve azabı düşünmemek için içki, uyuşturucu, kumar gibi gayrimeşru şeylerle akıllarını, Üstad'ın ifadesiyle “tenvim edip” uyutuyorlar.
Elem ve kederin bir başka şekli ise, kâmil müminlerde görülür. Onlar nefislerini, gaflet ve günahlardan korumak için, “Lezzetleri acılaştıran ölümü çok zikrediniz.”(4) hadîs-i şerîfine ittiba ederek ölümü çokça hatırlar ve bütün güçleriyle ölüm ötesine hazırlanırlar. Ölmeden önce kendilerini hesaba çeker, emaneti sahib-i hakikisine teslim edinceye kadar nefisleriyle mücadele ederler.
Bu konuda Risalelerden dersler:
Risale-i Nur’da huzur ve saadetin menbaının iman ve ibadet olduğu ifade edilir.
Saadet, kelime olarak, mesut ve mutlu olmak manasındadır. İlâhî Fermanda da haber verildiği gibi “...Kalbler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur." (bk. Ra'd, 13/28) Onun ile saadete erer.
Dünyanın bütün meşru lezzetleri fanidir ve ebedî alem için yaratılan insan bu dünyaya keyif sürmek ve lezzet almak için gelmemiştir.
Üstad Hazretlerinin ifadelerinde saadet şu şekilde tarif ediliyor:
"Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz."(5)
“Ve fısk ve sefahete seni teşvik eden şeytana ve o adama dersin: Eğer ölümü öldürüp, zevâli dünyadan izale etmek ve aczi ve fakrı beşerden kaldırıp kabir kapısını kapamak çaresi varsa, söyle, dinleyelim. Yoksa, sus!”(6)
"Ey zevk ve lezzete müptelâ insan! Ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hadiselerle aynelyakin bildim ki, hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır."(7)
"Demek iman bir mânevî tûbâ-i Cennet çekirdeğini taşıyor. Küfür ise mânevî bir zakkum-u Cehennem tohumunu saklıyor. Demek selâmet ve emniyet yalnız İslâmiyette ve imandadır. Öyleyse biz daima 'Elhamdü lillâhi alâ dini'l-İslâm ve kemâli'l-îman' demeliyiz."(8)
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, On Üçüncü Söz.
(2) bk. Ahmed b. Hanbel, Zühd, s. 128.
(3) bk. Lem'alar, On Dokuzuncu Lem'a.
(4) bk. Tirmizi, Zühd 2.
(5) bk. Sözler, On Üçüncü Söz.
(6) bk. Sözler, Yedinci Söz.
(7) bk. a.g.e., On Üçüncü Söz, İkinci Makam.
(8) bk. a.g.e., İkinci Söz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
"Elemsiz lezzet" ne demektir?
“Elemsiz lezzet” ifadesini iki şekilde anlamak mümkün. Birincisi, dünyada her lezzetin gelip geçici olması ki, "zeval-i lezzet elem" olarak ifade edilmiştir. Yani lezzetin bizatihi bitip tükenmesi bizzat bir elem ve acı oluyor.
İkincisi, dünya lezzetlerini acılaştıran en büyük ve en tesirli sebep, firak ve ölümdür. Mesela, gençlik ve sıhhat iki büyük nimetidir, hatta bütün lezzetlerin de kaynağıdır. Lakin bu iki nimet en fazla yirmi otuz yıl sürüyor, sonra yerini hastalığa ve yaşlılığa bırakıyor.
Kalbini gençliğe kaptıran birisi için, gençliğin elden gitmesi, hatta ölüme maruz kalması çok acıklı ve hazindir. Ne kadar lezzet ve muhabbet varsa o kadar azap ve acı vardır. Zira kalbin bağlandığı bir şeyden ayrılması çok daha zor ve daha acı vericidir.
"Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır."
Buradaki dünyevi lezzetleri, haram lezzetler olarak anlamak gerekir diye düşünüyorum. Helal olan lezzetler, hayatın lezzetini sebepsiz kaçırmaz.
elemsiz lezzet insanların ibadetleri yapmasından aldığı lezzet olabilir mi çünkü bunları hatırladıkça ruhta daima lezzet bırakıyor