"Hakîm-i Zülkemâlin kavânin-i meşietine itaate alışsınlar ve desâtir-i hikmetine tevfik-i hareket etsinler." Burada neden "Hakim-i Zülkemal" ismi zikredilmiş ve ardından yine "desatir-i hikmet" denilip "hikmet" üzerinde durulmuş?
Değerli Kardeşimiz;
"Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, nev-i beşere muktedâ ve imam ve rehber olarak gönderilmiştir. Tâ ki, o nev-i insanî, hayat-ı içtimaiye ve şahsiyedeki düsturları ondan öğrensin ve Hakîm-i Zülkemâlin kavânin-i meşietine itaate alışsınlar ve desâtir-i hikmetine tevfik-i hareket etsinler."
"Eğer Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm hayat-ı içtimaiye ve şahsiyesinde daima harikulâdelere ve mucizelere istinad etseydi, o vakit imam-ı mutlak ve rehber-i ekber olamazdı."(1)
"Hakim" ismi, iş ve icraatlarında hikmet ve fayda gözeterek hareket eden demektir. Yani Hakîm-i Zülkemâl terkibi, iş ve emirleri hikmetli ve yanlışsız olan anlamına geliyor.
Allah’ın hikmeti, insanlara kendi içlerinden birisini elçi olmayı gerektiriyor. Şayet peygamberler insanlar içinden değil de meleklerden seçilmiş olsa idi, insanların meleklere iktida edip uyması mümkün olmazdı. Çünkü melekler her konuda insanlara örnek ve model olamaz. Mesela yeme, içme, uyuma, tuvalet adabı gibi insanî haller konusunda, bizim melekleri rehber almamız mümkün değildir. Çünkü onlar bu sayılanlardan azadedirler.
İşte bu gibi gereklilikler yüzünden ilahi hikmet insanlara insanlığın en hayırlısını göndermiş ve seçmiştir. Bu tercih ve icraat da Allah’ın Hakim isminin bir tecellisi bir yansıması oluyor.
(1) bk. Lem'alar, On Üçüncü Lem'a.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Sizin yorumlarınızda şöyle bir takıntı sezinliyoruz. İnsan direkt cennete gitsin imtihana ne gerek var mücadele ve mücahede neden esas alınmış peygamberler insanlardan değilde meleklerden seçilse idi direk hayra ulaşırdık vesaire. Size On Birinci Sözü tahkik etmenizi öneriyoruz.
Hamditas, bu ne biçim bir üslup..okusaydın böyle düşünmezdin falan..yakışmıyor.. Benim nefsim emmaredir..Kolay ikna olmam sadece..Ben zaten risale-i nuru defaatle okumuşumdur..Ve şu anda da yolun başında olduğumu düşünüyorum. . Cevabınızdan şimdi tatmin oldum..Yeme-içmenin bu kadar önemli olduğunu ve ibadete taalluk ettiğini farkettirdin..Allah razı olsun. .
Üstad hazretleri, 24. sözün 4. dalında melekleri tarif ederken şu örneği veriyor
Meselâ, وَلِلّٰهِ الْمَثَلُ اْلاَعْلٰى azîm bir mâlikü'l-mülk, büyük bir şehri veya muhteşem bir sarayı bina ettiği vakit, o zat dört nevi ameleyi onun binasında istihdam ve istimal eder.
Birinci nevi: Onun memlük ve köleleridir. Bu nev'in ne maaşı var ve ne de ücreti var. Belki onlar, seyyidlerinin emriyle işledikleri her amelde, onların gayet lâtif bir zevk ve hoş bir şevkleri vardır. Seyyidlerinin medhinden ve vasfından ne deseler, onların zevkini ve şevkini ziyade eder. Onlar, o mukaddes seyyidlerine intisaplarını büyük bir şeref bilerek onunla iktifa ediyorlar. Hem o seyyidin namıyla, hesabıyla, nazarıyla işlere bakmalarından da mânevî lezzet buluyorlar; ücret ve rütbeye ve maaşa muhtaç olmuyorlar.
Ve yazının ilerleyen kısmında birinci nevinin meleklere işaret ettiğini beyan ediyor
Birinci kısım: Temsilde memlüklere misal melâikelerdir. Melâikeler ise, onlarda mücahede ile terakkiyat yoktur. Belki herbirinin sabit bir makamı, muayyen bir rütbesi vardır. Fakat onların nefs-i amellerinde bir zevk-i mahsusaları var, nefs-i ibadetlerinde derecatlarına göre tefeyyüzleri var. Demek, o hizmetkârlarının mükâfatı, hizmetlerinin içindedir. Nasıl insan mâ, hava ve ziya ve gıda ile tagaddî edip telezzüz eder. Öyle de, melekler zikir ve tesbih ve hamd ve ibadet ve marifet ve muhabbetin envarıyla tagaddî edip telezzüz ediyorlar.
Çünkü onlar nurdan mahlûk oldukları için, gıdalarına nur kâfidir. Hattâ nura yakın olan râyiha-i tayyibe dahi onların bir nevi gıdalarıdır ki, ondan hoşlanıyorlar. Evet, ervâh-ı tayyibe, revâyih-i tayyibeyi sever.
Hem melekler, Mâbudlarının emriyle işledikleri işlerde ve Onun hesabıyla işledikleri amellerde ve Onun namıyla ettikleri hizmette ve Onun nazarıyla yaptıkları nezarette ve Onun intisabıyla kazandıkları şerefte ve Onun mülk ve melekûtunun mütalâasıyla aldıkları tenezzühte ve Onun tecelliyât-ı cemâliye ve celâliyesinin müşahedesiyle kazandıkları tena'umda öyle bir saadet-i azîme vardır ki, akl-ı beşer anlamaz, melek olmayan bilemez.
Ve Üstad ilerleyen kısımda meleklerin bazı görevlerini anlattıktan sonra, “Melâikelerin şu hizmetleri, cüz-ü ihtiyarîleriyle bir nevi kisbdir.” Yani çok az irade serbestliği ile bir kazanınmdır, edinimdir diyor.