Haşir Risalesi, ne zaman, nasıl bir ortamda ve niçin yazılmıştır?
Değerli Kardeşimiz;
Haşir Risalesi olan Onuncu Söz 1926'da yazılmıştır. Haşir Risalesi'nin yazılışı ile ilgili "Bediüzzaman Said Nursi'nin Entelektüel Biyografisi" adlı kitapta şunlar yazılıdır:
"Haşir ve Ahiret:"
"Said Nursî'nin Barla'ya geldikten hemen sonra te’lif ettiği ilk eser, âhiret hayatı ve yeniden dirilişi ele aldığı Onuncu Söz oldu. 1954 yılında, bazı talebeleriyle birlikte Barla'yı tekrar ziyaret ettiğinde, bu eserin nasıl yazıldığına dair bazı bilgiler vermişti. Barla'nın doğusunda yer alan ve Eğirdir Gölü'ne doğru uzanan yamaçlardaki bağ ve bahçelerde dolaşırlarken Said Nursî talebelerine şu bilgileri aktarmıştır:"
"Bundan otuz sene önce aynı bu mevsimde idi. Şu bahçelerde geziyordum. Badem ağaçlarının da çiçek açtığı zamandı. Birden,
"Şimdi bak Allah'ın rahmet eserlerine... Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Bunu yapan, elbette ölüleri de öylece diriltecektir. O her şeye hakkıyla kadirdir." (Rûm, 30/50)
(mealindeki) âyeti hatırıma geldi. Bu âyet o gün bana açıldı. Hem geziyordum, hem de bağıra bağıra bu âyeti okuyordum. O gün kırk defa okudum. Geldik, akşam, Şamlı Hafız Tevfik'le Onuncu Söz'ü te’lif eyledik. Yani, ben söyledim, Hafız Tevfik yazdı."
"Said Nursî, Risale-i Nur'un sonradan te’lif edilen diğer bölümlerinin aksine, Onuncu Söz'ü kısa zamanda matbaada bastırma imkânı buldu. Bin adetlik ilk baskı (1926), muhtemelen onun Doğu'daki eski talebelerinden olan Müküslü Hamza'nın gayretleri sayesinde İstanbul'da yapıldı. 1928'de bu eserin ikinci baskısı yapıldı. Mahallî tüccarlardan olan Bekir Dikmen, el yazması nüshayı İstanbul'a götürdü ve altmış üç sayfalık kitaplarla geri döndü. Bütün nüshaları kontrol edip hataları tashih eden Said Nursî, bu kitapları kısa zamanda etrafa dağıttı."
"Bunlardan bir kısmını mebuslara ve devlet memurlarına dağıtılmak üzere Ankara'ya gönderdi. Bediüzzaman'a göre, bu risalenin Ankara'ya gönderilmesi, Eğitim Komisyonu'nun cismanî haşri inkâr eden fikirlerin telkin edilmesine dair aldığı resmî kararla aynı zamana denk gelmişti. Komisyon çalışmalarında bulunan bir üye, bu konunun tartışıldığı bir toplantının ardından, yanında Haşir Risalesi olan bir meb’usla karşılaştı. Kitabı fark edince o meb’usa şöyle dedi: "Said Nursî, bizim çalışmalarımızdan haberdar oluyor ve bize karşı eserler yazıyor." Bir süre sonra Kâzım Karabekir Paşa, Said Nursî'yi bu gelişmelerden haberdar etti. Bunun üzerine Nursî şu değerlendirmeyi yaptı:
"Kardeşim! Maarif Şûrası'nın böyle bir karar aldığından benim haberim yoktu. Onların kararına göre Cenâb-ı Hak Haşir Risalesi'nin yazılmasını bana ihsan etmiş. Yoksa ben kendi arzum ve hevesimle yazmış değilim, ihtiyaca binaen yazıldı."
"Kâzım Karabekir Paşa'nın Said Nursî'yi nasıl haberdar ettiği belli değildir. Fakat yeni yönetimin belirlediği eğitim politikasının, Türkiye'yi modern (Batı) medeniyet seviyesine çıkarmak için hazırlandığı, laik ve pozitivist ilkeler üzerine tesis edildiği, herkes tarafından bilinmektedir."
…
"Said Nursî, haşre ve ölülerin tekrar diriltilmesine dair te’lif ettiği bu risalesine büyük önem veriyordu. Bu risale, İbn Sina gibi bir dâhinin anlamakta aciz kaldığını itiraf ettiği bir iman hakikatini 'avama, hatta çocuklara izah eder' bir husûsiyete sahipti. Zira İbn Sina, 'Haşir, aklî mukayeseler ve ölçülerle açıklanamaz.' demişti."
"Bediüzzaman, 1930'ların başında yazdığı bir mektubunda, bu risalenin 'kıymetinin tamamıyla takdir edilmemiş' olduğunu söylemiş, 'Belki elli defa mütalâa etmişim ve her defasında bir zevk almışım ve okumaya ihtiyaç hissetmişim.' demişti."
"Bu risale, hakikaten izahı çok zor meseleleri, çok basit ve açık bir şekilde ispatlamaktaydı. Peki, bu neticeye ulaşmak için Bediüzzaman nasıl bir yol izledi? Said Nursî, bir eserinde bu sorunun cevabını verir. Aşağıdaki cevap, aynı zamanda onun Risale-i Nur'da kullandığı tefekkür yöntemlerinin bir misâlini sunar:"
"Her bir Hakikat [eserin ana bölümünü oluşturan 'on iki hakikat'ın her biri], üç şeyi birden ispat ediyor: Hem Vâcibü'l-Vücud'un vücudunu, hem esma ve sıfatını, sonra haşri onlara bina edip ispat ediyor..."
"En muannid münkirden, tâ en hâlis bir mü'mine kadar herkes, her Hakikat'ten hissesini alabilir. Çünkü Hakikatlerde, mevcudata, âsâra nazarı çeviriyor. Der ki:
"Bunlarda muntazam ef’al var. Muntazam fiil ise fâilsiz olmaz. Öyleyse bir faili var. İntizam ve mizanla o fail iş gördüğü için, hakîm ve âdil olmak lâzım gelir. Madem hakîmdir; abes işleri yapmaz. Madem adaletle iş görüyor; hukukları zayi etmez. Öyleyse mecma-ı ekber, bir mahkeme-i kübrâ olacak."
İşte Hakikatler, bu tarzda işe girişmişler. Mücmel olduğu için, üç davayı birden ispat ediyorlar."
"Bu husus, Onuncu Söz'ün Hatime'sinin sonunda daha detaylı olarak izah edilir. Burada Said Nursî, haşre dair delillerin kâinata bakıldığında görülebilen İlâhî fiillere ve eserlere dayandığını açıklar. Bu İlâhî fiil ve eserler, aynı zamanda, İsm-i Âzam başta olmak üzere, Esmâ-i Hüsnâ'da yer alan her ismin en yüksek mertebesinin tecellisidirler. Bu yüzden de çok büyük ve muazzamdırlar:"
"Haşr-i âzam, İsm-i Âzamın tecellîsiyle olduğundan, Cenâb-ı Hakk'ın İsm-i Âzamının ve her ismin azamî mertebesindeki tecellîsiyle zâhir olan ef’âl-i azîmeyi görmek ve göstermekle, haşr-i âzam bahar gibi kolay ispat ve kat'î iz'ân ve tahkîkî iman edilir."(1)
(1) bk. Mary F. Weld, Bediüzzaman Said Nursi'nin Entelektüel Biyografisi, s. 251, Etkileşim Yayınlar, İstanbul-2006.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü