"Hayatın lezzetini ve zevkini isterseniz, hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Bu dünya gölgeler âlemi; âhiret asıl…
Bu dünya fanilik âlemi; âhiret bâki…
Bu dünya imtihan meydanı; âhiret saadet diyarı…
Bu dünya âhiretin tarlası; mahsuller orada alınacak…
Dünyanın mahiyetini böylece nazara aldığımızda, ondan bekleyeceğimiz lezzet ve zevk de “gölge zevk” ve “fani lezzet” olur. Hakiki zevk, ebedî olandır.
“Ahiret daha hayırlı ve bâkîdir.” (A’lâ, 87/17)
İman hayata hayat olursa, yani hayatımız imanla nurlanır ve canlanırsa, o iman sayesinde kalbimizin, ruhumuzun alacakları zevk ve lezzetler de ayrı bir keyfiyet kazanır.
Üstadımız, namazın; “bu fani misafirhanede bakiyane bir sohbet” olduğunu ifade ediyor. Buna göre, bu fani dünyada da o asıllar âleminin zevklerinden bir nebze olsun tadabileceğimiz anlaşılır.
Bunun ilk adımı ve temel şartı imandır. İman ile insan kalbi, bütün âlemlerin Rabbine teveccüh eder. Allah’ın kulu olmanın, O’nun eseri ve bu dünyada O’nun misafiri olmanın zevki, fani lezzetlerle kıyaslanmaz; bu zevk, gölge değildir, asıldır. Zira bu zevk, günün birinde kaybolup gidecek olan bedenimize ait bir haz değil, bâki olan ruhumuza mal olmuş ve onunla birlikte devam edecek bir lezzettir.
Üstad Hazretleri kalbin “âyine-i Samed” olduğunu ifade eder. Samed, “her şey ona muhtaç. O ise hiçbir şeye muhtaç değil.” demektir. Bir çiçek de Allah’a muhtaçtır, bir böcek de. İnsan bedeni de bir yönüyle bunlara benzer, o da bütün bir kâinata muhtaçtır. Ama insan kalbi, “Samed” isminin en büyük, en derin ve en geniş aynasıdır. Zira, insan kalbi kâinat ve içindekilerle değil, onların yaratıcısına iman ile ve O’nu anmakla tatmin olabilmektedir.
“...Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah’ı zikirle tatmin olur.” (Ra’d, 13/28)
âyet-i kerîmesi bu hakikatin en güzel ifadesidir.
Öyleyse hakiki zevk, Allah’a inanmak ve O’nu anmakla insan kalbinde hâsıl olan manevî haz ve ulvî lezzettir.
Allah Bâki’dir, insanın kalbini ve ruhunu da bâki kılmıştır. Ruh da onun ihsanıyla bâkidir. İşte imanın verdiği zevk, bu bâki ruhun Bâki olan Allah’a iman ile onun marifetinde yol almakla kazandığı zevklerdir.
Bu zevklerin çok mühim bir kısmı On Birinci Söz'de güzelce ortaya konulur. “Senin hayatının gayelerinin icmali dokuz emirdir.” diye başlayan bölümde verilen dersleri, bu yönüyle, başlıklar halinde hatırlayalım:
1. Duygularımızla İlahi rahmet hazinelerinin nimetlerini tartıp küllî şükretmenin zevki…
2. Manevî cihazlarımızı kullanarak Esmâ-i İlahiyenin tecellilerini seyretmenin zevki…
3. Ahsen-i takvimde en güzel ve mükemmel bir mahlûk olarak kendimizi diğer mahlûkların müşahedesine takdim etmenin zevki…
4. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a ubudiyet vazifemizi yerine getirmenin zevki…
5. Esmâ tecellileriyle süslenmiş ve mükemmelleşmiş bir mahlûk olarak, bilhassa namaz vakitlerinde, kendimizi Rabbimizin müşahedesine arz etmemizin zevki…
6. Mahlûkatın ibadetlerini, tesbihlerini tefekkür etmenin zevki…
7. Cüz’î sıfatlarımızla Allah’ın küllî sıfatlarını bilmenin zevki…
8. Âlemdeki varlıkların Allah’ın birliğine olan delâletlerini okumanın ve anlamanın zevki...
9. Aczimizi, fakrımızı ve noksanlığımızı iyi değerlendirerek Rabbimizin kudretini, kuvvetini, rahmetini tefekkür etmenin zevki…
Bunların her biri, imanın insan kalbine tattırdığı çok büyük manevî lezzetlerdir.
Dersin devamında hayatın saadet içindeki kemaline geçilir ve şöyle buyrulur:
''Şimdi hayatının saadet içindeki kemâli ise: Senin hayatının âyinesinde temessül eden Şems-i Ezelî'nin envârını hissedip sevmektir. Zîşuur olarak ona şevk göstermektir. Onun muhabbetiyle kendinden geçmektir. Kalbin gözbebeğinde aks-i Nurunu yerleştirmektir.”(1)
İmanın zevkine varmak, onu inkişaf ettirmek ve muhafaza etmek için iki mühim esas vardır: Salih amel ve takva.
Dünya işlerinde muvaffak olmanın da yolu bu esaslara uymaktan geçer. Yani, insan, bir gayenin tahakkuku için hem bütün gücüyle çalışacak, hem de ona zarar verecek yanlışlıklardan hassasiyetle sakınacaktır.
Salih amelin ölçüsü, Allah Resulünün (asm.) işlediği bütün güzel amelleri yapmaya çalışmak; takvanın ölçüsü ise, bütün kötülüklerden onun (asm) sakındığı gibi sakınmaktır.
İşte, “Hayatınızı imân ile hayatlandırınız ve ferâizle zînetlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhâfaza ediniz.”(2) cümlesinde bu esaslar güzel bir şekilde ders verilmiştir. Bir hayat, iman ile kemale erer ve canlılık kazanırsa, onu salih amel takib eder; “feraizle ziynetlendirmek”, yani farzları işlemekle onu daha da güzelleştirmek vazifesi başlar. Kazanılan bu nimetin kaybedilmemesi ve bu güzelliklerin çirkinliğe dönüşmemesi için de takvaya, günahlardan çekinmeye ihtiyaç vardır.
Üstad'ın bu ifadesinde şöyle bir işaret de olabilir:
“Nasıl cansız bir cisim, hiçbir iş göremezse, iman ile hakiki manada canlılık kazanmayan bir hayat da manen ölü gibidir; ondanda ne farzların işlenmesi beklenebilir, ne de günahlardan sakınılması.”
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, On Birinci Söz.
(2) bk. age., On Üçüncü Söz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü