"Her bir şey, cüz’î olsun, küllî olsun, vücuttan gittikten sonra hususan zihayat olsa çok hakaik-i gaybiye ... ruhaniyata bir mütalaagâh olur." Burayı "hakaik-ı gaybiye" ile izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
“Hakaik-i gaybiye netice vermekle” ifadesini şu şekilde anlayabiliriz:
Zaman ve mekân boyutuna giren her şey, ahiret âleminde kullanılmak üzere muhafaza ediliyor.
Birisi, ilahi ilimdeki "âyan-ı sabite" yani Üstad'ın ifadesi ile "vücud-u ilmî ve manevi"dir ki, her şeyin kaydı burada bulunmaktadır.
İkincisi, ezelî ilmin bir tecellisi olan levh-i mahfuzdur ki, her şey burada da kayıtlıdır. Lakin maddi ve haricî bir cisim şeklinde değil, ilmî ve manevi bir şekildedir.
Üçüncüsü, Kiramen kâtibin melekleri tarafından her şey kaydediliyor
Dördüncüsü, insanların kendi hafızasında kayıtlı olmasıdır.
Beşincisi, cennette eşyanın aynı ile iade edilip orada bir müze şeklinde bulunmasıdır. Evet, dünyadaki her şey ahirette bir menzil olup, hatıra nevinden aynı ile muhafaza edilecektir. Bu manada eşya maddi varlıkları ile de bulunacaklar.
İnsanın dünyada ülfet ve ünsiyet ettiği şeyleri, cennette sinema şeklinde seyretmek istemesi çok manidar ve kuvvetli bir arzudur. Türkiye'deki tarihî eserleri görmek için dünyanın çeşitli yerlerinden gelenler, bu duygunun ne kadar esaslı olduğunu gösterir.
İnsan da cennette dünya ve dünyadaki hadiseleri, başlarından geçen ahvalleri bir müze tadında seyretmek isteyecektir. Bu yüzden kâinatın her ahvali kayıt altına alınıyor, ta ki seyredilebilsin.
Mesela, insanın namaz kılmasının gaybî, yani ahiret âlemindeki neticesi ya da karşılığı, cennet ve içindeki sonsuz nimetlerdir. Diğer amelleri de buna kıyas edebiliriz...
"Bu fıkra işaret eder ki: Her bir şey, cüz'î olsun, küllî olsun, vücuttan gittikten sonra -hususan zîhayat olsa- çok hakaik-i gaybiye netice vermekle beraber, âlem-i misalin defterlerinde olan levh-i misalî üstünde etvâr-ı hayatı adedince suretleri bırakıp, o suretlerden mânidar olan ve mukadderât-ı hayatiye denilen sergüzeşt-i hayatiyeleri yazılır." (Mektubat, Yirmi Dördüncü Mektup İkinci Makam.)
Her varlık için geçerli olmakla berebaer, hayat sahipleri için geçerli olan bir kaideden bahsediliyor.
Varlıklar, maddi vücutlarını bırakıp ortadan kaybolduktan sonra, yok olmuyorlar. Misal âleminin küçük defterleri olan hafızalarda ve misalî ayinelerde suretler bırakarak giderler. Adeta hayatlarının bir kader programını yaşamak suretiyle bırakıp öyle gidiyorlar.
Şuurlu varlıklar için, o program karşılarına çıkacak ve sonraki hayatları da buna bina edilerek devam edecektir. Bu nedenler hiçbir şey kaybolmuyor, yok olmuyor. Her şey kıymeti nisbetinde kaydedilerek arşivleniyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Âlem-i misale geçenlerin, ruhanîleri mütalaa etmelerini, mütaalagâh olmasını nasıl anlamalıyız?
Âlem-i Misal: Şehadet âlem ile ruhlar âlemi arasında bir köprü âlemidir. Bu âlem, hem maddî âlemden, hem de ruhlar âleminden vasıflar almıştır. Maddî âleme göre misal âlemi daha latif ve hafif bir âlemdir. Misal âlemi, hayale yakın bir âlemdir.
Âlem-i misal, tıpkı hava ve esir unsurları gibi latif ve nuranî bir âlemdir. Bu ciheti ile ruhanîlere benziyor. Âlem-i misalde maddî âlemin izleri de bulunduğu için, her yönü ile ruhaniyete ma’kes ve ayna olamıyor.
İnsan şu kâinatın küçük bir misalidir ve her âlemden bir numune onun fıtratında derc edilmiştir. İnsanın gördüğü rüyalar, misal âlemi ile maddî âlem arasında bir alışveriştir. Yani maddî âlemdeki eşyaların misal âlemindeki tezahürüdür. Misal âlemi tam olarak ne maddî âlemdir ne de berzaha ait bir âlemdir. Her iki âlemin ortası bir ara ve köprü âlemdir. Uyku bu âleme girmeye bir vesilesidir. Maddî âlem, misal âleminden hakikate daha yakın olmasından, maddî âlemden küçük bir şey misal âleminde büyük olarak yansıyor.
Uyku halinde iken, insanın maddî âlemle alâkası kesildiğinden, sair latife ve duygular gaybî âlemler ile irtibata geçip, oralarda geziniyor. Kalbin ve duyguların terakki ve keskinliğine göre bazen Levh-i Mahfuzun cilveleri, bazen de kader mektuplarının numuneleri ile karşılaşıyor. Rüyada görülen bu cilveler ve numuneler misal âleminin mübalağalı şekline bürünüyor. İşte bu yüzden, görülen rüyalar tabir istiyor. Zira hakikat âleminden basit bir şey misal âleminde çok büyük ve karmaşık bir hal alabiliyor. Bu yüzden bu muğlak ve mübalağalı haller tabir ve tevil ediliyor.
Ruh, misal âlemini hayalin vasıtası ile geziyor ve mütalaa ediyor. Uyku vasıtası ile maddî âleme kapanan pencereler manevî ve misalî âlemlere açılıyor. Ruh da bu açılan pencerelerden o âlemleri seyir ve mütalaa ediyor, demektir. Bu az çok her ruhta cereyan eden bir hal olduğu için bütün ruhların müşterek bir vasfıdır, denilebilir.