"Her bir zîhayat kendisi dahi, birer sikke-i tevhid, birer hâtem-i vahdet, birer mühr-ü ehadiyet, birer turra-i samediyettirler." İzah edip sikke-i vahdet taşıyan mahlûklara misal verir misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Sikke-i vahdet, her varlık üstünde Allah’ın isim ve sıfatlarının yazıldığı, O’nun Vahid ve Ehad, tek ve yekta olduğunu ilan eden alamet ve delillerdir. Evet, Allah her mahlûku ve san’atı üstüne bir birlik ve vahdet mührü vurmuştur ki, insanlar şirke ve küfre sapmasınlar, her şey üstünde Allah’ın varlığını ve birliğini görsünler ve ona göre iman ve ibadet tavrına girsinler.
Sikke-i vahdet; her bir şeyi yapmanın ancak Allah’ın sonsuz kudretine mahsus olduğunu ders verir.
Osmanlı paralarının bir yüzünde padişahın tuğrası vardır ve onun ismi yazılıdır. Diğer yüzünde ise basıldığı yerin ismi (Kostantiniyye) yazılıdır. Üstad Hazretleri bu kelimeleri bütün İlâhî san’at eserlerine tatbik ediyor. Meselâ, bir meyvede Allah’ın Rezzak (rızık verici) isminin okunması cihetiyle o meyve bir turradır. Öte yandan, bir meyve bütün bir kâinat fabrikasının müşterek çalışmalarıyla meydana gelmesi cihetiyle de o meyve bir kudret sikkesi taşır. Yani, "Bütün kâinatı yaratıp idare edemeyen beni yapamaz." mânâsını ilan eder.
Buna göre, Turra’nın Allah’ın varlığını, sikkenin ise birliğini ifade ettiğini söyleyebiliriz.
Mühür, damga ve hatem kelimeleri ise yakın mânâ taşırlar ve bir mektubun sonunda yer almakla şu dersi verirler: Bu mektubu kim yazmış ise onun sonuna bu hatemi, bu mührü, bu damgayı vuran da odur. İşte Üstadın ifadesiyle her varlık, bilhassa her bir insan, her bir hayvan ve her bir bitki bir mektub-u Samedanîdir. Bütün bir kâinattan süzülmüş ve Allah’ın terbiyesinden geçmiştir ve çok hikmetleri taşımaktadır. Bunların her biri kimin ise bütün âlemlerin Rabbi de odur.
Bir şey bir cihetle sikke, bir cihetle turra, bir başka cihetle de mühür veya damga olabilir. Bunları kesin hatlarla birbirinden ayırmamız gerekmez. Mesela, bir meyve Allah’ın esmâsına ayna olması cihetiyle turra, ağaçtan süzülmesi cihetiyle sikke, ağacın en sonunda yaratılması yönüyle de hatem veya mühür olabilir.
Hatem-i rububiyet; Allah’ın bütün âlemlerin Rabbi olduğu hakikatini hatırlatır. Rububiyet; terbiye etmek, bir şeyi tedricî olarak bir kemal noktaya ulaştırmak demektir. Her bir şey, bir âleme mensuptur; o âlemi kim terbiye etmişse, o ferdi de yine o terbiye etmiştir. Meselâ, bir tek gözü kim terbiye etmiş ve görür hale getirmişse, bütün gözlerin Rabbi de ancak O’dur.
Çekirdekler âlemini ağaçlar haline getiren kim ise, nutfe ve yumurta âlemlerinden de sayısız âlemler çıkaran yine odur.
Biz bu vahdet mühürlerine işaret kabilinden Risale-i Nurlardan bazı yerleri ve izahlarını takdim edelim:
"Evet, kâinattaki mevcudâta bakıyoruz ve görüyoruz ki, zaaf-ı mutlak içinde bir kuvvet-i mutlaka tezâhürâtı var ve acz-i mutlak içinde bir kudret-i mutlakanın âsârı görünüyor: meselâ, nebâtâtın tohumlarında ve köklerindeki ukde-i hayatiyelerinin intibahları zamanında gösterdikleri hârika vaziyetleri gibi."(1)
Kâinattaki her bir mahlûk, mutlak bir acizlik ve zaaf içinde yaratılmıştır. Mesela bir elma ağacının elmayı verebilmesi için elmanın gelişip olgunlaşmasında gerekli olan bütün sebeplere hükmetmesi gerekir. Mesela, elmanın kızarabilmesi için güneşi tepesinde tutabilmesi gerekir. Hâlbuki elma ağacı gayet zayıftır, ama bu zayıflığı perdesinde Allah’ın sonsuz kudret ve kuvveti yıldız gibi parlıyor. İşte bu parlamak bir vahdet mührü ve imzası mahiyetindedir.
Toprağa atılmış bir tohum üzerinde konuşalım. Bu tohum mutlak bir zaaf içerisindedir, yani kendisinde kuvvet, kudret namına hiçbir şey yoktur. O bu halde iken toprak unsurundan, havaya, suya, güneşe kadar her şey onun imdadına koşarak onu başak haline getirir.
"Hem fakr-ı mutlak ve kuruluk içinde bir gınâ-i mutlakın tezâhürâtı var: kıştaki toprağın ve ağaçların vaziyet-i fakirâneleri ve baharda şâşaalı servet ve gınâları gibi."
"Hem, cümûd-u mutlak içinde bir hayat-ı mutlakanın tereşşuhâtı görünüyor: anâsır-ı câmidenin zîhayat maddelere inkılâbı gibi."(2)
Aynı şekilde bütün mahlûkat ve mevcudat mutlak bir fakirlik ve kuruluk içindedir. Mesela; karpuz ve kavun gayet sulu ve serin bir meyve iken yetiştiği vasat gayet kıraç ve kuraktır. Ayağımızla çiğnediğimiz toprak gibi fakir, tatsız, kuru bir unsurdan, Allah’ın sayısız hayatlı bitki ve hayvanları icad etmesi en büyük bir vahdet mührüdür.
"Hem, bir cehl-i mutlak içinde muhît bir şuurun tezâhürâtı görünüyor: zerrelerden yıldızlara kadar her şeyin, harekâtında nizâmât-ı âleme ve mesâlih-i hayata ve metâlib-i hikmete muvâfık bir tarzda hareket etmeleri ve şuurkârâne vaziyetleri gibi."(3)
Mevcudat mutlak bir cehalet içinde iken, onun üstünde mutlak bir şuur ve ilim parlıyor. Bu şuurlu ve sonsuz ilim gerektiren harika işler, kör, sağır ve şuursuz mevcudatın ve unsurların işi olamaz. Mesela toprak mutlak bir cehalet içinde iken, onun vasıtası ve perdesi ile ilim ve şuur abidesi sayısız bitki ve hayvanlar fışkırıyor. Bu hayatlı bitki ve hayvanların hepsi birer vahdet mührüdürler.
"İşte, bu acz içindeki kudret ve zaaf içindeki kuvvet ve fakr içindeki servet ve gınâ ve cümûd ve cehil içindeki hayat ve şuur, bilbedâhe ve bizzarure, bir Kadîr-i Mutlak ve Kavî-i Mutlak ve Ganî-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyûm bir Zâtın vücûb-u vücuduna ve vahdetine karşı her taraftan pencereler açar; heyet-i mecmûası ile büyük bir mikyasta, bir cadde-i nurâniyeyi gösterir."
"İşte, ey tabiat bataklığına düşen gâfil! Eğer tabiatı bırakıp kudret-i İlâhiyeyi tanımazsan, her bir şeye, hattâ her bir zerreye hadsiz bir kuvvet ve kudret ve nihayetsiz bir hikmet ve maharet, belki ekser eşyayı görecek, bilecek, idare edecek bir iktidar, her şeyde bulunduğunu kabul etmek lâzım gelir."(4)
Allah kâinatta en mükemmel neticeleri, en adi ve basit sebeplerin eli ile icad edip gönderiyor. Ta ki insanlar o mükemmel neticeleri sebeplerden ve tabiattan bilmesinler ve onların arka cephesinde ilmi sonsuz, iradesi mutlak ve kudreti nihayetsiz olan Cenab-ı Hakk’ın varlığını ve birliğini görsünler.
Bu harika fiil ve icraatlar bir cihetle kime ait olduğunu gösteren bir resmi evrakın altındaki mühür ve imza gibidirler.
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, Otuz Üçüncü Söz, On Dördüncü Pencere.
(2), (3), (4) bk. age.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü