"Hiçbir nevi müteselsil-i ezelî değildir. İmkân bırakmaz. İnkılâb-ı hakikat olmaz. Mutavassıt nev'in silsilesi devam etmez. Tahavvül-ü esnaf inkılâb-ı hakaikin gayrısıdır." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
“Hiçbir nevi’ müteselsil-i ezelî değildir. İmkân bırakmaz.”
Teselsül, bugünden geçmiş zamana silsile halinde uzanmak demektir. Bir insan anne ve babasından dünyaya geldiği gibi, onlar da kendi anne ve babalarından dünyaya geliyorlar. Bu durum ilk insana kadar uzanır ve orada durur. Bir ilk insanın var olması gösterir ki insan nevi ezelî değildir, Allah’ın yaratmasıyla sonradan var olmuştur. Diğer insanlar o ilk insandan ve zevcesinden çoğalmışlardır.
İnsan nevi ezelî olmadığı gibi diğer canlı türleri de ezelî değillerdir. Yani onların torunları da ezelî olmazlar, her bir türün bir ilk ferdi vardır.
“İmkân bırakmaz.” ifadesiyle bunun ispatı yapılmış oluyor. Her tür canlının varlığı mümkindir, yâni imkân dairesindedir. Vacip varlık ancak Allah’a mahsustur. İmkân, olup olmamanın eşit olması, demektir. Mümkinler ancak vacip olan Allah’ın iradesiyle yoklukta kalmaktan kurtulup, varlık sahasına girerler.
O halde mümkin, olan ezelî olamaz.
“İnkılâb-ı hakikat olmaz.”
Hakikat değişmez. Değişen, hakikat değil suretlerdir.
“Hakikî hakaik-i eşya esmâ-i İlâhîyedir” buyruluyor. Yâni eşyanın hakikati Allah’ın isimlerine dayanır. İsimler ise sabittirler, değişmezler; değişen o isimlerin tecellileridir. Meselâ, Allah Rezzak’ır. Bu hakikat değişmez, bir başka hakikate de inkılab etmez. Yâni, Rezzak ismi bir başka isme dönüşmez.
Her canlı türünde tecelli eden esmâ diğerinden farklıdır. Bu isimler birbirine dönüşmedikleri gibi, tecelliler de birbirine dönüşmezler. Her birisi, kendi hakikatiyle, varlığını nesilden nesile sürdürür.
“Mutavassıt nev’in silsilesi devam etmez.”
Bunun en güzel misali katırlardır. At ayrı bir tür, merkep ayrı bir türdür. Onlardan meydana gelen katırın nesli yoktur. Bir kere meydana gelir ve daha çoğalmaz. Demek ki, her tür müstakil olarak yaratılmıştır. Bir tür bir başka türden meydana gelmemiştir. Gelseydi bu yeni türün de neslinin devam etmesi gerekirdi.
Namaz kılan en arka saftakiler, bir öndekine bakarak hareket ederler. Bir öndekiler de iki önde olanlara bakarak hareket ederler. Ancak bu böyle devam etmez, silsile bir yerde biter, o da imamdır.
“Tahavvül-ü esnâf inkılâb-ı hakaikin gayrısıdır.”
Tahavvül, hal değiştirmek demektir.
Tahavvül-ü esnaf; bir hakikatin farklı sınıflarındaki değişimi olarak düşünülebilir. Bir elmadan aşılama yoluyla farklı cins elmaların elde edilmesi inkılab-ı hakaik değildir. Bütün o cinslerin hakikati yine aynıdır. Keza, insanların farklı ırkları da insanın hakikatinin değişmesi olarak görülemez, hepsinin mahiyeti insandır, hepsinin hakikati aynıdır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Bu konuda üstadın beyanatlarıni esas alıyorsanız aşağıdaki kısmı okumanızı öneririm. Üstadın makro evrimi kabul etmediğine dair açık bir beyanat.
"Zaman-ı Âdem’den beri bir kanundan hiçbir fert şüzûz etmemek ve hâricine çıkmamak olamaz. Evvelâ, bu kanun-u tenâsül, mebde’ itibârıyla, iki yüz bin envâ-ı hayvânâtın mebde’leriyle harkedilmiş ve nihâyet verilmiş.
Yani, en evvelki pederleri âdetâ Âdem’leri hükmünde, iki yüz bin o evvelki pederler, kanun-u tenâsülü hark etmişler. Peder ve valideden gelmemişler ve o kanun hâricinde vücud verilmiş.
Hem her baharda gözümüzle gördüğümüz, yüz bin envâın kısm-ı âzamı, hadsiz efradları, kanun-u tenâsül hâricinde -yaprakların yüzünde, taaffün etmiş maddelerde- o kanunhâricinde îcâd edilir."
(Dokuzuncu Lem'a)