"Madde dedikleri şey, suret-i mütegayyire, hem harekat-ı mütehavvile-i hadiseden tecerrüd etmediğinden hudûsu muhakkaktır." cümlesini devamıyla izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"...Madde dedikleri şey, suret-i mütegayyire, hem harekât-ı mütehavvile-i hâdiseden tecerrüd etmediğinden hudûsu muhakkaktır. Kuvvet ve suretler, a’râziyetleri cihetiyle envâdaki mübâyenet-i cevheriyeyi teşkil edemez. A’râz cevher olamaz. Demek envâının fasîleleri ve umum a’râzının havâss-ı mümeyyizeleri bizzarure adem-i sırftan muhteradırlar. Silsilede tenâsül, şerait-i âdiye-i itibariyedendir."(1)
Bu cümlede maddenin ezelî olamayacağının ispatı yapılıyor. Önce maddedeki iki mühim değişime dikkat çekiliyor: Suretinin değişmesi ve hareketinin değişmesi. Madde bir şekilden başka bir şekle girdiğinde yahut bir mekândan başka bir mekâna geçtiğinde bu değişimlerin hudûsu, yani sonradan meydana gelmiş olması maddenin de hudûsunu gösterir. Zira ezelî olanda değişme düşünülemez.
Mahlûkatın kendileri hâdis oldukları gibi sıfatları, özellikleri, hareket ve sükûnları da hadistir, sonradan olmuştur. Ezelî olan Allah’ın Zâtı da ezelîdir, sıfatları da. Maddenin sıfatlarındaki bu değişim ispat ediyor ki madde mahlûktur, hâdistir, ezelî olamaz.
Değişme, yeni bir sıfat kazanma demektir. Kazanılan bu yeni sıfat hâdis olunca, maddenin kendisi de hâdis olmuş olur, sonradan olan ise ezelî olamaz.
Mesela; modern zirai usuller ile domates ve karpuz gibi sebze ve meyveler üzerinde şekil değişiklikleri yapılıyor. Ancak, bu değişiklik, domatesin mahiyetini değiştirmiyor. Tam tersine domatesin mahiyetinde olan bir farklılığın ortaya çıkmasına vesile oluyor. Dolayısıyla, cinslerde meydana gelen bu tür değişiklikler evrime delil gösterilemez. Zira evrimde iddia edilen; inkılab-ı hakaiktir. Mahiyetin tam değişmesidir. Balığın maymuna inkılap etmesi gibi.
Böyle bir değişim ise, kâinatta mümkün olmadığı gibi, vaki de değildir.
Ezelî ve ebedî olan hakikat asla ve kata değişmez ve dönüşmez, daimi ve sabittir. Mesela, Allah’ın sonsuz kudretine asla acizlik giremez. Başı ve sonu olan bir silsilenin ezeliyeti olmaz.
Mesela bir bebeğin çocuk, genç ve ihtiyar olması asla hakikatin değiştiğine bir örnek teşkil etmez.
Madde ve onun içindeki değişimler, tam aksine maddenin hadis yani sonradan yaratıldığına ve ezelî olmadığına delildir. Değişen, dönüşen, bir halden bir hale geçen her şey hadistir ve mahlûktur. Ve bunların hepsi zevahirden ibarettir. Kendilerine ait asıl vücutları yoktur. Cazibe, dafia, yanma, üşüme, vs. kanunların vücutları başka hakikatlere bağlıdır; bizzat mevcudiyetleri yoktur. Bu sebeple, bunların bütünü arazidir. Yani varlıkları asıl değildir. Vücutları başka şeylere bağlıdır.
Mesela: Demir vardır ama kilo arazidir.
Tahta cevherdir, fakat metre arazidir ve zahiridir.
El ve kol vardır ancak, sağ ve sol arazidir ve zahiridir. Kollar ve eller olmazsa, sağ ve sol tabirleri de olmaz.
Allah’ın zat, sıfat ve esması asıldır, hakikattir ve cevherdir; mahlûkat arazidir ve zahiridir. O zahiri ve arazi şeyler, o cevherlere bağlıdır. Ve onlara nispeten vardırlar. Hepsinin aslı ve esası; Allah’ın varlığı, şuunatı, esmasının ve sıfatlarının tecelliyatıdırlar. Bunlar ezelidir. Bunların dışında bütün mahlûkat, hadistir, yani sonradan olmuştur ve fanidir.
Mutlak kemalde olan bir şeyde değişme ve hareket olmaz. Değişme ve hareket; ancak eksik ve kusurlu ve hadis yani sonradan meydana çıkan şeylerde vuku bulur. Zira sonsuz kemalde olan bir zatın çıkacağı veya ulaşacağı bir kemal yok ki, ona doğru hareket edip, değişerek tekemmül etsin. Bu sebeple Allah mutlak kemalde olduğu için, onun zatı ve sıfatlarında bir değişim olmaz. Ama sonradan meydana çıkmış ve mutlak kemalde olmayan şeylerde, daha üst bir mertebe ve kemal nokta olacağı için, sürekli bir değişme ve hareket mevcut olur. Demek hareket ve değişim; bir şeyin üstünde o şeyin sonradan ve hiçten yaratıldığına dair bir alamet ve bir nişane oluyor.
Hareket ve değişim bir şeyin sonradan olduğunun en büyük delili ve ispatıdır. Öyle ise hareket ve değişimden hali olmayan her şey, sonradan meydana çıkmıştır ve ezelî olan Allah tarafından ihdas edilmişlerdir.
“Silsilede tenâsül, şerait-i âdiye-i îtibariyedendir.”
Her ruh bütün özellikleriyle Allah’ın ilminde takdir edilmiş, sonra bu ruhlara beden giydirilmiştir. Bedenlerden tenasül kanunuyla yeni bedenler yaratılmakta ve böylece o canlının nesli devam etmektedir. Mühim olan her türün ilk ferdinin yoktan yaratılmış olmasıdır. Daha sonra gelenlere izafe ettiğimiz baba, dede, torun gibi kavramlar hep itibaridir ve bunların tamamı bedenlerle ilgilidir. Yâni bir beden bir önceki bedenden tenasül kanunuyla yaratıldığında öncekine anne, baba, sonrakine çocuk diyoruz. Bu itibari kavramların ruhlarla ilgisi yoktur, yâni oğlun ruhu babanın ruhundan gelmiş değildir. Dolayısıyla bu itibarî kavramlar da cevher olamazlar, cevher o bedenlerde iş gören ve tasarruf eden ruhtur.
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Nokta.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Fakat madde için de her zaman kemale doğru gidilmiyor, geriye düşüş de oluyor, ya da insanalr her zaman terakki etmiyor bazen de tedenni ediyor, malumunuz. Bu anlamda en iyi olan da yani mükemmel olan da neden bir aşağıya düşemesin ki? Aynı şeyin, kemalat mertebesindeki zat için düşünülemeyeceğini izah edebilmek de icap eder diye düşünüyorum. Cevaplarsanız sevinirim.
İnsanlığın bir tarafı tedenni etsede diğeri terakki edebiliyor. Ortaçağda batı geride iken İslam alemi ileride idi şimdi durum bilakis. Demek terakki düz bir hat olarak ilerliyor lakin temsilcileri değişiyor. Bireysel anlamda ise insanlar ya terakki içinde ya da tedenni içindedir. Bu da imtihanın bir gereğidir.