"Hilkatin en yüksek gayesi ve fıtratın en yüce neticesi, iman-ı billâhtır." İzah eder misiniz, en yüksek gaye ibadet değil midir?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Her varlığın bir gayesi, bir veya birkaç vazifesi vardır. Her mahlûk Hakîm ismi muktezasınca vazifeler yüklenmiştir.

“Sen olmasaydın âlemi yaratmazdım” hadis-i kudsîsi doğrudan Resulullah Efendimize (asm.) bakmakla birlikte, dolayısıyla da bütün peygamberlere, ümmetlerine ve Peygamber Efendimizin (asm.) irşadıyla imana, marifete ve İlâhî muhabbete kavuşan bütün mü’minlere bakmaktadır. İşte yaratılışın en yüksek gayesi bu kâmiller cemaatinin imanları ve ubudiyetleridir. Her mü’min de derecesine göre bu şereften hissedar olmaktadır.

Allah’a iman etmek, O’nun eseri, O’nun misafiri olduğunu bilmek kalbin en büyük lezzeti ve saadetidir. İman eden insan marifetullahta yani Rabbini esmâ ve sıfatlarıyla tanımakta mertebeler kat’ ettikçe ruhu manevî zevklere, lezzetlere ve sürurlara gark olur.

Marifetullah denilince Allah’ı bütün esmâ ve sıfatlarıyla ve şuûnatıyla tanımak hatıra gelir. Ahsen-i takvimde yaratılan insan, bütün esmâya mazhar olma şerefine ermekle marifet sahasında en ileri makamlara çıkmaya namzet olmuştur. Bu ise hakiki bir saadettir; dünyanın gelip geçici saadetleriyle mukayese edilmeyecek kadar yüksektir. Bu saadet “halistir, şirindir ve safi”dir. Dünyanın hiçbir derdi, elem ve kederi o saadet güneşini perdeleyemez, gölgeleyemez ve bozamaz.

İnsanın yaratılış gayesi iman, marifet ve ibadettir. Nitekim bir ayette mealen şöyle buyurulur:

"Ben cinleri ve insanları sırf beni tanıyıp yalnız bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat, 51/56)

İnsanın yaratılmasındaki en büyük sır ve en büyük gaye, Allah’ı tanıması ve O’na ibadet etmesidir. İnsanların ve cinlerin ibadet için yaratıldıklarını haber veren bu ayette geçen “ibadet” kelimesine Üstad Hazretleri marifet mânası veriyor. Yani, insan Allah’ı tanımak için yaratılmıştır. Onu tanıyan, zaten O’na ibadet eder. İbadet bu tanımanın neticesi olur. 

Bu dünya imtihanında inanıp inanmama konusunda kısa süren bir serbestliği müteakip, ahirette bütün insanlar Allah’ı tanıyacaklar; O’na şükredecekler, O’na sığınacak ve O’ndan yardım dileyecekler; bir kısmı cennette, diğerleri cehennemde olmak üzere.  

İnsan bu dünyaya hayvan gibi yemek, içmek için ve lezzet almak için değil, iman, marifet ve ibadet için gönderilmiştir.

"Demek, insan bu âleme ilim ve dua vasıtasıyla tekemmül etmek için gelmiştir. Mahiyet ve istidat itibarıyla her şey ilme bağlıdır. Ve bütün ulûm-u hakikiyenin esası ve madeni ve nuru ve ruhu marifetullahtır ve onun üssü'l-esası da iman-ı billâhtır."(1)

Allah insanın fıtratına, birçok istidat tohumları ekmiştir. Ta ki bu istidat tohumları ilim ve ibadet vasıtası ile inkişaf ederek gelişip büyüsün ve Allah’ın isim ve sıfatlarına güzel bir takvim ve parlak bir ayna olsun. Allah insanın fıtratına ekilen bu kabiliyetlerin inkişaf etmesini de ilme bağlamıştır. İnsan ilimde terakki ettikçe, mahiyetinde gizli ve açılmayı bekleyen istidatlar da açılır, terakki eder ve çeşitli meyveler verir.

Mesela, tıp ilminin inkişaf etmesi ile insan bedenindeki o harika san’atlar ve incelikler açığa çıkıp san’atkârı olan Allah’ın sonsuz ilim ve kudretini ilan ediyor. İnsan ilminin ortaya koyduğu harika san’atlara iman ve marifet gözlüğü ile baksa, başta Şâfi ismi olmak üzere birçok isminin tecellilerini okur, güzel bir takvim ve ayna oluyor. Tıp ilminin esası ve hakikati Allah’ın isimleridir. Lakin bu hakikat ve esas ancak iman ve marifet gözlüğü ile görülebilir.

Fen ilimlerinin hepsi Allah’ın birçok isimlerine açılan pencereler hükmündedir. Bu ilimlerin iksiri ise iman ve marifettir. Yani Kur’an’ın ders verdiği şekilde o ilimlere bakıp, hidayet süzgeci ile süzebilmektir. Yoksa felsefî bir bakışla o ilimlerin arkasındaki isimleri gizlenir, görülmez ve okunmaz.

Kâinatın bütün maksat ve vasıtaları hep iman ve marifete yönelmiş, ona bakıyor. Her şey imanın ve marifetin anlaşılması için planlanmış. Bu ilimlerin hakiki gayesi iman ve marifettir. İman ve marifeti bilmeyen birisi bütün kevnî ilimleri bilse de hakikatsizdir ve cehaletten kurtulamaz.

Kâmil bir iman ibadetle beslenendir. İbadetten mahrum bir iman, kâmil bir iman değildir. Kaldı ki, imansız ibadet olamaz. Önce iman, sonra tanımak, sonra sevmek ve sonra da lezzet-i ruhaniye ifadeleri de imanın devamı olan ibadetleri nazara vermektedir.

İman eden, elbette itaat edecektir.

(1) bk. Sözler, Yirmi Üçüncü Söz.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

hizmetkar
Seven sevdiğine itaat eder.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...