"Hüsrev ve Tahirî gibi vazifelerini tam yapan ve bin Hüsrev ve beş yüz Tahirî meydanda bırakan iki kardeşimizi…" İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Hüsrev ve Tahirî gibi vazifelerini tam yapan ve bin Hüsrev ve beş yüz Tahirî meydanda bırakan iki kardeşimizi ve onların sisteminde bir Nurcuyu sulh mahkemesine vermek, inşaallah, neticesinde büyük bir inayet ve fütuhat olacak, hiç merak etmeyiniz.
وَعَسٰى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْ sırrıyla, bu hâdise zulmedenlere maddî-mânevî cehennemi ve Nurculara dünyevî-uhrevî cenneti kazandırmaya bir sebeptir, inşaallah."(1)
Üstadımız'ın Risale-i Nurları yazdırdığı ve telif ettiği dönemlerde, devleti idare edenler maalesef bütün imkânları ile mücadele etmiş, hizmet ifa edenlere nefes aldırmamıştır. O dönemlerde “Allah” demenin, Kur'an okumanın, camiye gitmenin ve namaz kılmanın yasaklanmasıyla aynı seviyede İslam ve iman hizmeti yapan herkes aynı meşakkat ve sıkıntıya maruz bırakılmıştır.
Saff-ı evvel dediğimiz ağabeylerimizden Hüsrev Ağabey ve Tahiri Ağabeyler de Osmanlıca el yazmaları ile Risaleleri kesretle yazarak imanların kurtulmasına hizmet ifa etmişlerdir. O zamanın şartlarında yazmak, okumanın önüne geçmiş, Üstad Hazretleri yazma hususunda ciddi manada telkinatta bulunmuş, bu hususta "âlimlerin mürekkebi ruz-u mahşerde şühedanın kanları ile aynı muvazeneye geleceği" ile alakalı hadis-i şerifin tebşiratını bu hâdiseyle müjdelemiştir.
Âdeta iman tekniğe meydan okumuş, yani imanın kuvvetiyle gizli gizli el yazmaları, o zamanın şartlarında teknik imkânlarla basmanın önüne geçmiş, vatan sathına bu manada el yazması eserler orijinal olarak dağıtılmıştır. Âdeta bu faaliyet ibadet hükmüne geçmiştir.
Bu hayırlı mücadele ve büyük gayret zirve yaptığı zamanlarda, mahiyeti itibariyle ehl-i dalalet de boş durmamış, onlar da bu nuru söndürmeye, bu hakikati izale etmek için bütün imkânlarını maalesef seferber etmişlerdir.
Allah indinde her nimetin bir külfeti vardır. Allah rızasını kazanmak kolay bir şey değildir. Dine hizmet ifa etmek meşakkatlidir. Yani bu kadar hayırlı işler yapılıyorsa bunun da bir bedeli olması icab eder. Her sıkıntı ve meşakkat ille bir cezaya müstenid değildir. Meşakkat ve sıkıntılar bir cihette de alamet-i makbuliyettir.
Üstad Hazretleri; “Ayetü'l-Kübra’nın telifinden dolayı Nur talebelerinin ciddi sıkıntılar çekeceklerini”(2) ifade ediyor. Yani tarassudlar ve tazyikatlar başlayacaktır. Cenab-ı Hak Ayetü'l-Kübra isimli bir tevhid hakikatini nasib edecekse, sıkıntı ve musibetler bu nimetin bedeli gibi oluyor.
İşte saff-ı evvel olan ağabeylerimizin yaptıkları hizmetin Allah indindeki karşılığı ve makbuliyetinin derecesi; çekecekleri sıkıntı ve musibetlerle mukayese edilmelidir. Nitekim de hep öyle olmuştur. Başta Peygamber Efendimiz (a.s.m) olmak üzere; bütün dava adamları ve müntesipleri yaptıkları hizmetin büyüklüğü ve keyfiyeti derecesine göre musibet ve imtihanlara maruz kalmışlardır. Bu sebepten dolayı çekilen eza ve cefalar, aynı zamanda ifa edilen hizmetin ve davanın büyüklüğünü ve indallah makbuliyetini göstermektedir.
Nimetlerin bir bedel istemesi, Cenab-ı Hakk'ın âdetullah kanunudur. Bu kanun, bedeli ya bidayette ister veya nihayette ister. Yani kader nimeti evvel verirse arkasından o nimetin büyüklüğü nisbetinde imtihanı ve meşakkati devreye sokar. Bazen de bunun tersi olur, yani imtihan, meşakkat ve sıkıntı bidayette gelir; nihayetinde büyük bir nimete ve hakikate müncer olur. Nur talebelerini mahkemelere vermek bidayette insanı üzüp sıkıntıya soksa da bunun arkasında hayırlı ve güzel neticelerin olacağı müjdelenmektedir.
Hele o dava adamı ve o Nur talebesi ağabeylerimiz bin Hüsrev Ağabey gibi ve beş yüz Tahiri Ağabey gibi manevî kuvvetinde ise; böyle bir dava adamının mahkemeye verilmesi ve meşakkate maruz bırakılması, o büyüklükte ve cesamette bir hizmetin ve bir hakikatin zuhur edeceğine alamettir.
Nitekim Muazzez Üstadımız'dan beri muhterem ağabeylerimizin çeşitli musibetlere ve imtihanlara maruz kalmaları neticesinde; herkesin Allah indindeki kıymet ve keyfiyeti nisbetinde de hizmet inkişafları ve hakikatlerin zuhuru müşahede edilmiştir. Mesela, Üstadımız'ın o musibet ve sıkıntılara maruz kalması ile zuhura gelecek ve vücuda çıkacak hizmet farklıdır; herhangi bir Nur talebesinin sıkıntılara ve meşakkatlere maruz kalmasıyla, inkişaf edecek hakikatler daha farklıdır.
Demek ki saff-ı evvel olan ağabeylerimizin yapmış oldukları hizmetler, Allah indinde ne kadar makbuliyete mazhar olmuşsa; Üstadımız o imtihanın ve musibetin neticelerinin fevkalade güzel ve büyük hayırlı neticeler vereceğini müjdelemektedir.
Ehl-i dalalet hücumlarını ve zalimane oklarını; hangi insana, hangi keyfiyette ve ne kadar atarsa; Cenab-ı Hakk'ın nasib edeceği nimetin derece ve keyfiyeti de ona göre farklılık arz edecektir.
Bu musibet ve sıkıntılarda öyle bir nimet külfeti olmakla beraber; Cenab-ı Hak insanları ve hizmet ifa edenleri gurur ve enaniyetten, riya ve tabasbustan kurtarmak, ihlası ve hizmetkârlık ruhunu muhafaza etmek için, bu imtihanlara ve çilelere maruz bırakır. Bu çileler ve imtihanlar da aynı zamanda hizmetin ve dava adamlarının büyüklüğü ve mahiyet farklılıklarıyla da doğru orantılıdır.
Dipnotlar:
(1) bk. Emirdağ Lahikası-I, 189. Mektup.
(2) bk. Şualar, On Üçüncü Şua.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü