"İki kavs-ı mevhume tinnîneyn yâd edilmiş, hayalî bir teşbihle isim müsemma olmuş. Tinnîn ise yılandır." Şekille izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"İşte, bak: Nasıl teşbih hakikat olup haylûletiyle hakikat-i hali münhasif etmiştir. Zira mâil-i kamer, mıntakatü'l-büruc ile re's ve zenebde tekatu' ettiklerinden, o iki daire-i mevhumeden iki kavsi, yılanın müradifi olan tinnîn ile ehl-i heyet bir teşbihe binaen tesmiye eylediler. Zaten Ay re's veya zenebe ve Güneş dahi ötekisine gelirse, arzın haylûletiyle inhisaf vuku bulur." (Muhakemat, Birinci Makale / Unsuru'l-Hakikat)
Üstad Hazretleri bu ifadeleriyle mecazın, âlimlerin elinden cahillerin eline geçmesi durumunda ne gibi hurafelere kapı açtığına işaret ediyor.
Teşbih, derin bir hakikati benzetme ve misalle akla yaklaştırmaktır. Ama benzetilen o şey hakikat olarak anlaşılırsa, o zaman ona bir perde olur, anlaşılmaz hâle sokar.
Mecaz; bir kelimenin hakiki manası dışında hususi manasıyla kullanılmasıdır.
“Gözüme toz kaçtı.” Buradaki göz kelimesi hakiki manasıyla kullanılmıştır.
“Malda, parada gözüm yok.” Buradaki göz ise mecaz manasında kullanılmış, kişinin kanaatkâr olduğunu, haris (hırslı / açgözlü) olmadığını nazara vermiştir.
“Falan kişinin eli delik.” dediğimizde, onun elinin gerçekten delik olduğunu değil, çok israf ettiğini ifade etmiş oluruz.
“Şu kimsenin külü fazla.” dendiği zaman ise, o kişinin zengin, cömert ve misafirinin eksik olmadığını anlatmış oluruz.
“Falan adamın kellesi koltuğunda.” dendiği zaman, o kişinin ölümü göze alarak büyük işlere girdiği, gözünü budaktan esirgemediği ifade edilmiş olur.
Kur’an-ı Kerim’de ve hadis-i şeriflerde birçok teşbih, temsil ve mecaz vardır. Ancak Üstad Hazretlerinin ifade ettiği gibi;
“Teşbihat ve temsiller, havassın elinden avamın eline ve ilmin elinden cehlin eline girse, hakikat telakki edilir.” (Lem'alar, On Dördüncü Lem'a)
Mesela, birine; "Aslan gibi adam." denildiği zaman, o kişinin aslan gibi cesaretli olduğuna dikkat çekilmiş olur. Ama biz bunu hakikat olarak anlasak, o zaman adamı aslan gibi pençesi olan, kuyruğu olan bir garip duruma sokarız ve asıl anlatılmak istenen kuvvet ve cesaret manası gizlenir ve hurafe olur.
Burada da semavatta vuku bulan bir fennî hadiseyi, eski kozmoğrafya âlimleri bir teşbihle ifade etmişler, ama bu teşbih zamanla cahiller tarafından hakikat gibi anlaşılmış, akıl dışı görülmüş ve bir hurafe haline gelmiş.
Ay'ın yörüngesi ile burçların dairesi baş ve kuyrukta kesiştiklerinden o iki farazî daire iki yay şeklini almışlar. Tinnin ise yedi burcu içine alacak şekilde uzanan bir beyazlıktır. Bu beyazlık büyük bir yılanı andırdığı için, ay, bu yılan suretindeki dairenin başına, yani ağız kısmına; Güneş de karşı tarafa yani kuyruk kısmına geliyor. Dünya da bu ikisi arasına girince ay tutulmuş oluyor. Bu halde sanki yılan Ay’ı yutuyormuş gibi bir resim ortaya çıkıyor. Bu fennî hâdiseyi kozmoğrafya âlimleri; "Yılan Ay’ı yuttu" diye teşbih yapıyorlar. Bu da zamanla avamın elinde hakikat zannedilmiş, “Semada büyük ve şeffaf bir yılan var, Ay ve Güneşi yutuyor!..” şeklinde ifade edilmiştir. Ay ve Güneş tutulmasını da bu gibi akıl dışı ifadelerle izah edip hurafata kapı açıyorlar.
Ay tutulması şekil olarak şöyledir:
İkinci bir cevap;
"Teşbih ve temsiller, havastan avama geçtikçe, yani ilmin elinden cehlin eline düştükçe, mürur-u zamanla hakikat telakki edilir. Meselâ: Küçüklüğümde Kamer tutuldu. Ben vâlideme dedim: 'Neden ay böyle oldu?' Dedi: 'Yılan yutmuş.' Dedim: 'Daha görünüyor?' Dedi: 'Yukarıda yılanlar cam gibi olup, içlerinde bulunan şeyi gösterirler.' "
"Bu çocukluk hatırasını çok zaman tahattur ediyordum. Ve der idim ki: 'Bu kadar hakikatsız bir hurafe, vâlidem gibi ciddî zâtların lisanında nasıl geziyor?' diye düşünürdüm. Tâ, FELEKİYYAT FENNİNİ mütalaa ettiğim vakit gördüm ki: Vâlidem gibi öyle diyenler, bir teşbihi hakikat telakki etmişler. Çünkü derecat-ı Şemsiyenin medarı olan 'mıntıkat-ül büruc' tabir ettikleri daire-i azîme, menazil-i Kameriyenin medarı bulunan mail-i Kamer dairesi birbiri üstüne geçmekle, o iki daire herbiri iki kavis şeklini vermiş; o iki kavise felekiyyun üleması latif bir teşbih ile büyük iki yılan namı olan 'tinnineyn' namını vermişler."
"İşte o iki dairenin tekatu’ noktasına, baş manasına 're’s', diğerine kuyruk manasına 'zeneb' demişler. Kamer re’se ve Şems zenebe geldiği vakit felekiyyun ıstılahınca 'haylulet-i Arz' vuku bulur. Yani Küre-i Arz tam ikisinin ortasına düşer, o vakit Kamer hasfolur. Sâbık teşbih ile 'Kamer, tinninin ağzına girdi.' denilir.
İşte bu ulvî ve ilmî teşbih, avamın lisanına girdikçe, mürur-u zamanla, Kamer’i yutacak koca bir yılan şeklini almış."
"Üçüncü Vecih: Eski Kozmoğrafya nazarında Güneş gezer. Güneş’in her otuz derecesini, bir burç tabir etmişler. O burçlardaki yıldızların aralarında birbirine rabtedecek farazî hatlar çekilse, birtek vaziyet hasıl olduğu vakit, bazı esed (yani arslan) suretini, bazı terazi manasına olarak mizan suretini, bazı öküz manasına sevr suretini, bazı balık manasına hut suretini göstermişler. O münasebete binaen o burçlara o isimler verilmiş. Şu asrın Kozmoğrafyası nazarında ise, Güneş gezmiyor. O burçlar boş ve muattal ve işsiz kalmışlar. Güneş’in bedeline Küre-i Arz geziyor..."(bk. age., Birinci Makam)
Üstad'ın bu tınnîn temsili eski kozmoğrafyacılar olan felekiyyunların nazarındadır. Zaten Üstad felekiyyun diyor, kozmoğrafya demiyor. Felekiyyun eski gök ilimleri için, kozmoğrafya günümüzdeki gök ilimleri için kullanılır, kozmoğrafyanın bir diğer adı da astronomidir. Dolayısıyla felekiyyun ilminde Şu anki kozmoğrafyaya uymayan hükümler de vardır.
Felekiyyun ilmine göre Güneş, Ay gibi Dünyanın etrafında döner. Güneş'in dünya etrafında döndüğü daireye de “mıntıkat-ül büruc” denilir ve bu daire de kısımlara ayrılıp her 30 derecesine bir burç tabir edilir. Evet, bu hüküm hakikatte yanlıştır. Güneş dünyanın değil, dünya güneşin etrafında döner.
Fakat Üstad'ın bu hükmü almasındaki asıl maksad teşbih ve temsillerin hakikat zannedildiğini açıklamaktır. Felekiyyun âlimlerinin her ne kadar yanlış da olsa ifade ettiği ilmî bir temsili halkın gerçek zannettiğini anlatmaktır. Hatta böyle ifadeler kozmoğrafya ilminde de geçer: Büyük Ayı Küçük ayı Takım yıldızları, Atbaşı Nebulası, Kartal Nebulası gibi.
Ayrıca Üstad Üçüncü Vecihde;
"İşte istikbalde anlaşılacak bu ulvi hakikata işareten ve Küre-i Arz’ın vazifesindeki hareketine ve seyahatına imaen ve semavi burçlar, Güneş itibariyle muattal ve misafirsiz olduklarına ve hakikî işleyen burçlar ise, Küre-i Arz’ın medar-ı senevîsinde bulunduğuna ve o burçlarda vazife gören ve seyahat eden Küre-i Arz olduğuna remzen عَلَى الثَّوْرِ وَالْحُوتِ demiştir." (bk. age.)
demekle, mezkur hadisin Güneş'in dünya etrafında değil, dünyanın Güneş etrafında döndüğünü ima ettiğini söylemektedir.
Mıntıkat-ıl Buruc ve açılar:
Tüm bu bilgilere göre şekil aşağıdaki gibi olur:
İlave bilgi için tıklayınız:
- Mecaz Bir sanattır, Doğru Yerde Kullanmalı! (Video: Dr. B. SABAZ).
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
O zaman "Mıntıkatü’l-büruc ve açılar" İle gösterilen resim tam doğru değil.
Zira bir altındaki fotoğrafta burçlar, dünyanın yörüngesindedir.
Demekki burçları anlayalım diye dünyanın etrafında göstermiş "Mıntıkatü’l-büruc ve açılar" görselinde değil mi?