"İmam-ı Ali (r.a.) Risale-i Nur’a ve bilhassa Âyetü’l-Kübrâ risalesine ziyade ehemmiyet vermiş..." ifadesinin geçtiği yeri izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Ayetü'l-Kübra Risalesi, bütün kainatı ve varlığı imanımıza delil yapıyor. Âdeta bütün kainat arkamıza geçiyor ve bir dayanak noktası oluyor. Halbuki, ehliinkâr daha önce kainatı delil gösterek imana saldırıyordu. Ehliiman ise kendine has taklidi imanı ile kendini koruyordu. Ayetü'l-Kübra'nın yazılması ile birlikte durum tersine dönmüş oldu. Ehliküfrün arkasında zannedilen kuvvet bizim arkamıza geçmiş oldu. Böylelikle âdeta bütün kainat bir şahsı manevi olarak bize kuvvet ve teselli kaynağı oldu, taklidi bir iman ile değil, tahkiki ve bütün varlığın şehadet ettiği bir iman ile taaruza geçmiş oluyoruz.

İlgili yeri orijinal şekliyle buraya alıyoruz:

"Risaletü’n-Nur’un mümtaz bir hâsiyeti, imanın en son ve en küllî istinad noktasını kuvvetli ve kat’î beyan edildiğinden, bu hâsiyet Âyetü’l-Kübrâ risalesinde fevkalâde parlak görünüyor. Bu acip asırda, mübareze-i küfür ve iman en son nokta-i istinada sirayet ederek ona dayandırıyor. Mesela, nasıl ki gayet büyük bir meydan muharebesinde ve iki tarafın bütün kuvvetleri toplandığı bir sırada iki tabur çarpışıyorlar. Düşman tarafı, en büyük ordusunun cihazat-ı muharribesini kendi taburuna imdat ve kuvve-i mâneviyesini fevkalâde takviye için her vasıtayı istimal ederek ehl-i iman taburunun kuvve-i mâneviyesini bozmak ve efradının tesanüdünü kırmak için her vesileyi kullanır. Ehemmiyetli bir istinadgâhı kendine temayül ettirerek ihtiyat kuvvetini dağıtır. Müslüman taburunun herbir neferine karşı, cemiyet ve komitecilik ruhuyla mütesanid bir cemaat gönderir. Bütün bütün kuvve-i mâneviyesini mahvetmeye çalıştığı bir hengâmda, Hızır gibi biri çıkar, der: 'Meyus olma! Senin öyle sarsılmaz bir nokta i istinadın ve öyle mağlûp olmaz muhteşem orduların ve tükenmez ihtiyat kuvvetlerin var ki, dünya toplansa karşısına çıkamaz. Kâinatı dağıtamayan onu dağıtamaz. Şimdilik mağlûbiyetin sebebi, bir cemaate ve bir şahs-ı mâneviyeye karşı bir neferi göndermenizdir. Çalış ki, herbir neferin, istinad noktaları olan dairelerden mânen istifade ettiği kuvvetli kuvve-i mâneviyeyle bir şahs-ı mânevî ve bir cemiyet hükmüne geçsin.' dedi ve tam kanaat verdi."

"Aynen öyle de ehl-i imana hücum eden ehl-i dalâlet, bu asır cemaat zamanı olduğu cihetle, cemiyet ve komitecilik mayesiyle bir şahs-ı mânevî ve bir ruh u habîs olmuş, Müslüman âlemindeki vicdan-ı umumî ve kalb-i küllîyi bozuyor. Ve avâmın taklidî olan itikadlarını himaye eden İslâmî perde-i ulviyeyi yırtıyor ve hayat-ı imaniyeyi yaşatan, an’aneyle gelen hissiyat-ı mütevâriseyi yandırıyor. Herbir Müslüman tek başıyla bu dehşetli yangından kurtulmaya meyusâne çabalarken, Risale-i Nur (Risaletü’n-Nur) Hızır gibi imdada yetişti. Kâinatı ihata eden son ordusunu gösterip ve ondan mukavemetsûz maddî, mânevî imdat getirmek hizmetinde harika bir emirber neferi olarak 'Âyetü’l-Kübrâ risalesini' İmam-ı Ali (r.a.) keşfen görmüş, ehemmiyetle göstermiş."

"Temsildeki sair noktaları tatbik ediniz, tâ o sırrın bir hülâsası görünsün."(1)

(1) bk. Kastamonu Lahikası, (34. Mektup).

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...