"İman-ı billâh âhiretsiz olmaz ... Kitab-ı kebîrin mânâlarını ders verecek üstadları ve o Kur'ân-ı Samedânînin âyetlerini tefsir edecek müfessirleri elçi olarak göndermesin?" İzah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"Hem nasıl iman-ı billâh âhiretsiz olmaz; öyle de Onuncu Söz'de kısa işaretlerle beyan edildiği gibi, hiçbir cihette mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ki, ulûhiyet ve mâbudiyetin tezahürü için bu kâinatı öyle bir mücessem kitab-ı Samedânî ki, her sayfası bir kitap kadar ve her satırı bir sayfa kadar mânâları ifade eder ve öyle cismânî bir Kur'ân-ı Sübhânî ki, her bir âyet-i tekvîniyesi ve her bir kelimesi, hattâ her bir noktası, her bir harfi birer mucize hükmündedir ve öyle muhteşem ve içi hadsiz âyâtla ve mânidar nakışlarla tezyin edilmiş ve mescid-i Rahmânîdir ki, her bir köşesinde bir tâife, bir nevi ibadet-i fıtriye ile iştigal eder bir şekilde halk eden bir Allah, bir Mâbud-u bil'Hak, o kitab-ı kebîrin mânâlarını ders verecek üstadları ve o Kur'ân-ı Samedânînin âyetlerini tefsir edecek müfessirleri elçi olarak göndermesin ve o mescid-i ekberde hadsiz tarzlarda ibadet edenlere imamları tayin etmesin ve o üstadlara ve müfessirlere ve imamlara fermanları vermesin? Hâşâ, yüz bin hâşâ!"(1)

Kâinat, içindeki gezegenler, güneş, ay, yıldızlar, dünya, denizler, ovalar, nehirler, çiçekler, böcekler, toprak, hava, ateş, su elhâsıl bütün varlıkları, unsurlar ve mevcudatların hepsi, Allah’ı şuunatı, sıfatları ve isimleri ile anlatan mükemmel ve mucizevî birer kitaptırlar.

Şu kâinat kitabı esma-ül hüsna ve sıfat-ı İlahiyenin cilveleriyle yazılmış ve her bir mevcud âdeta bir kitap hükmüne getirilmiştir. Elbette, böyle muhteşem ve mâna dolu kitabı ders verecek bir muallime ihtiyaç vardır. Eğer muallim olmazsa kitabın mânaları anlaşılamaz ve kitabın hikmet-i vücudu kaybolur. Demek bu âlem, nübüvvet ve risaleti iktiza etmektedir.

"Anlaşılmaz bir kitap, muallimsiz olsa, mânâsız bir kâğıttan ibaret kalır." (11. Söz)

Bu hükümden de açıkça anlaşıldığı gibi, bu kâinat kitabının yazılmasındaki esas maksat, onu yapan ve yaratan Zât’ın tanınmasıdır. Peygamberler bu kitabın doğru okunması için gönderilmişlerdir. Eğer o muallimler gönderilmese bu kitap anlaşılmayacak, doğru okunmayacaktır. Nitekim, insanlar Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine güneş gibi ayna olan harika eserleri okuyamadılar, onların ne mâna ifade ettiklerini anlayamadılar, kendileri gibi mahlûk olan güneşe, ateşe, nehre, yıldıza, sığıra ve putlara taptılar. Cenab-ı Hakk’ın varlığına ve birliğine delil olan bütün enfüsî ve afakî deliller; “Üstad-ı mutlak, Muktedâ-yı Küll, Rehber-i Ekmel olan” o büyük rehberin, o eşsiz kılavuzun ve o en büyük mürşidin sayesinde okundu ve anlaşıldı.

Resuller ve Nebiler, insanlara Cenâb-ı Hakk’ı tanıtmak, O’nun emir ve yasaklarını bildirmek, onlara hakkı ve hakikati anlatmak üzere gönderilmiş mümtaz şahsiyetler ve ilahî elçilerdir.

Üstad Hazretleri nübüvvetin ehemmiyetini şöyle ifade etmektedir:

“Bil ki: Nev'-i beşerde nübüvvet, beşerdeki hayır ve kemalâtın fezlekesi ve esasıdır. Din-i Hak, saadetin fihristesidir. İman, bir hüsn-ü münezzeh ve mücerreddir. Madem şu âlemde parlak bir hüsün, geniş ve yüksek bir feyiz, zahir bir hak, faik bir kemal görünüyor. Bilbedahe hak ve hakikat, nübüvvet içindedir ve Nebiler elindedir.” (Lem’alar)

Bir insan ne kadar zeki ve ince anlayışlı olursa olsun mahlûk ve mahdud olan aklı ile hak ve hakikati tamamıyla bulamaz. Birçok ulvî hakikat, ancak resuller ve nebiler vesilesiyle bilinir.

Vahiyden mahrum bir akıl, madde âleminin yapısı ve vazifeleri hakkında bir şeyler söyleyebilir, ama “Bu âlem niçin yaratılmıştır, bu kâinatın sahibi kimdir, isimleri, sıfatları nelerdir, insan Rabbine karşı şükür vazifesini nasıl yerine getirecektir, bu dünyadan sonra hangi âleme gidilecektir?” gibi hakikatleri akıl tek başına bilemez. Bunlar ancak Kur’ân güneşinden istifade ile ve bir peygamberin rehberliğinde bilinebilir.

Bir Müslüman Allah’a nasıl inanacağından, namazını nasıl kılacağına, ticaret hayatında hangi esaslara uyacağına kadar her şeyi Peygamber Efendimizden öğrenmiştir.

Tabiri caiz ise bu kâinat üniversitesinin Rektörü Hazret-i Muhammed Efendimiz (asm) ve diğer nebiler ise onun riyasetinde çalışan öğretim üyeleri gibidir. Üniversiteyi kabul edip, ona mâna ve değer katan, dersleri talim ettiren öğretim üyelerini inkâr etmek, en büyük bir akılsızlıktır.

(1) bk. Şualar, On Birinci Şua, Dokuzuncu Mesele.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

fakirullah
Bu sorunun cevabı 11.sözde çok güzel ve tafsilatlı anlatılmış. Oradan hareketle şöyle diyebiliriz: İnsan kainata mülk alemini algılayacak şekilde gönderilmiş, eğer istidat ve cihazlarını peygamber terbiyesinde eğitirse mülkün arkasındaki melekutu yani mana boyutunu yani Cenabı Hakk'ı tarif eden alemi, daha rasih ve hakiki vücud alemlerini algılamaya, hissetmeye, görmeye, müşahede etmeye başlar. Bu şekilde istidadları ala-yı illiyyin istikametine doğru işletilir, Allah'ın hidayetiyle. Ancak insan peygamberler(AS) vasıtasıyla gönderilen terbiyeden nasipdar olmazsa, istidadları mülkte kalır, o alemden gayrısını göremez bilemez olur ki, beka alemine müştak olan ruh daralır, sıkılır, bunalır. Eğer insan şeriattan gelen teklifi nefsinin iğfaline kapılıp reddederse artık mülk aleminden de sukut eder; hayalatlar, batıl şeyler, şeytanın üfürmesi vehim ve heveslere vücud vermeye, alemi şirk üstüne bina etmeye başlar ki bu korkunç bir düşüştür. Böylece istidadları esfel-i safiline doğru sukut etmeye başlar; hayrı ve hakkı kabul etme kapasitesi azalır. İşte kainat dediğimiz yaratılmış mahluklar ve içinde cereyan eden hadiseleri yorumlamak mutlaka semavi Kitab ve Resullerin(AS) insanlara rehberlik etmesi ile, kainatı doğru okuyabilecek eğitimi vermesiyle mümkün olur. Bu eğitim alınmazsa insanda manen yükseliş olmaz, mülkten melekuta geçemez. Mademki bu kainatı yaratıp kendini tanıtmak isteyen bir İlah vardır; öyleyse o İlah kainat kitabını doğru okuması için insan alemine kitab ve resulleri gönderecektir.
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...