"İmanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esma-i ilahiye adedince vahdet alakaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var." Burayı misalle izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Evet, tevhid-i imanî, elbette tevhid-i kulubu ister. Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet-i içtimaiyeyi iktiza eder. Evet, inkâr edemezsin ki, sen bir adamla beraber bir taburda bulunmakla, o adama karşı dostane bir rabıta anlarsın ve bir kumandanın emri altında beraber bulunduğunuzdan, arkadaşane bir alaka telakki edersin. Ve bir memlekette beraber bulunmakla, uhuvvetkârâne bir münasebet hissedersin. Halbuki, imanın verdiği nur ve şuurla ve sana gösterdiği ve bildirdiği esma-i ilahiye adedince vahdet alakaları ve ittifak rabıtaları ve uhuvvet münasebetleri var."
"Mesela, her ikinizin Hâlıkınız bir, Mâlikiniz bir, Mâbudunuz bir, Râzıkınız bir-bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberiniz bir, dininiz bir, kıbleniz bir-bir, bir, yüze kadar bir, bir. Sonra köyünüz bir, devletiniz bir, memleketiniz bir-ona kadar bir, bir..." (Mektubat, Yirmi İkinci Mektup, Birinci Mebhas.)
Üstad Hazretleri cümlenin devamında misallerle zaten meseleyi izah etmiş. Nasıl ki, aynı taburda olmak iki asker arasında hissi bir bağ teşkil ettiriyor ve samimiyetlerini artırıyorsa, aynı Allah’a inanmak aynı Rezzak’ın verdiği rızıklarla beslenmek, aynı Hâlık’ın mahluku olmak, aynı Mabud'a ibadet etmek, aynı Kâbe’ye yönelmek, aynı Peygambere inanıp ona ümmet olmak gibi, kuvvetli ve sarsılmaz bağlardır. Bütün bu alakalar nasıl olur da iki Müslüman arasında sarsılmaz bir alâka ve kuvvetli bir münasebet meydana getirmez, hayret edilecek şey!..
Bu rabıtalar, farz-ı muhal olarak ip haline gelip yıldızlara bağlansa, o yıldızlar onca büyüklüğüne ve haşmetine rağmen o ipleri koparamazlar. Böyle kuvvetli ve sarsılmaz bağları hiçe sayıp, mümin bir kardeşimize bazı basit kusurlarından dolayı adavet ve düşmanlık etmek, hakikatli bir zulüm olsa gerek.
Veyahut sadece bu rabıtalardan Rabbimizin bin bir isminin kuvveti, bütün kâinatı ayakta tuttuğu halde Müslümanları nasıl olur da bir arada tutmaz. Veya kâinat bütün cirimleriyle Peygamberimizin (asm) ve Kur'anın varlığı ve tesiriyle bir arada kaldığı halde, nasıl olur da müminler bu kuvvetle bir arada bulunmaz ve tutulmaz. İşte bu kadar ipleri ve birlik vesilelerini görmezden gelenler, elbette dünyada da ahirette de ceremesini çekmeye mecbur olacaklardır.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü