"İnsan hayatında bulunan ve inkişaf etmeyen ve his ve hassasiyet suretinde galeyan eden ve kesretli bir surette olan çok ince hayatî duygular, mânâlar ve hisler vasıtasıyla, Zât-ı Hayy-ı Kayyum’un şuunat-ı kudsiyesine âyinedarlık eder." izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

İnsan ruhu, derinliğine erişilmez ve genişliğine akıl ermez manevî bir ummandır. İnsan kalbi, bütün İlâhî isimlerin tecellilerinden bir nakış ve bir işaret taşır.

İnsan ruhundaki bazı hisler inkişaf etmiş, bazıları ise etmemişlerdir. Bu ikinci kısımda harici âlemle temas kurmak yerine “his ve hassasiyet suretinde galeyan” söz konusudur. Bunların bütün faaliyetleri iç âlemde görülür. Coşmaları da içerdedir, sakinleşmeleri de. İçeride genişler, içeride derinlik kazanır, içeride yükselir ve alçalırlar.

İnsan görme hissi ile dış âlemdeki eşyayı görmekte, semaları, denizleri, dağları seyretmektedir. Kulak, sesler âlemiyle, dil ise tatlar âlemiyle ilgi kurar ve ruhu o âlemlerde gezdirir. Ruh, inkişaf eden bu hislerle âlemleri dolaşırken, inkişaf etmeyen hisleriyle, çok daha ulvî mânâlara yönelebilmekte, yaratılış gayesi olan, iman ve marifet sahasında çok daha yüksek hedeflere yürüyebilmekte, evc-i kemalata çıkabilmektedir.

İşte yukarıda verilen hakikat dersiyle, insanın bu engin sermayesine işaret edilmekte ve kendini bu mânâda değerlendirmesi için de kılavuz olacak bazı kaideler oraya konulmaktadır.

Otuzuncu Söz’de, insandaki sıfatlar âleminin nasıl değerlendirileceği ve bu sıfatlardan İlâhî sıfatlara nasıl intikal edileceği harika bir şekilde izah edilir. Burada ise, daha çok İlâhî şuunata dikkat çekilir. İnsan Allah’ın isim ve sıfatlarına ayna olduğu gibi, O’nun şuunatına ayna oluyor.

Şuunât; şe’nin çoğuludur. Şe’n için ‘hal, kabiliyet, istidat’ gibi mânâlar veriliyorsa da bunları ilâhî hakikatlere aynen uygulamak, insanı yanlış düşüncelere ve bâtıl hayallere götürebilir.

Şuunat denilince öncelikle aklımıza, hâlıkiyet, mâlikiyet, rububiyet, rahîmiyet, rahmâniyet, rezzakiyet, fettahiyet, …, gelir.

Hâlıkiyeti misal alarak şöyle söyleyebiliriz:

Halk (yaratmak) bir fiildir. Hâlık (yaratıcı) isimdir. Hâlıkiyet (yaratıcılık) ise şe’ndir. “Allah vardı ve hiçbir şey yoktu” kudsî hadisini düşünelim. Henüz hiçbir mahlûk yokken, yine Allah’ın Hâlıkiyeti, yani yaratıcılığı, yaratma vasfı vardı. Ama Hâlık ismi, ancak mahlûkatın yaratılmasıyla tecelli etmiş oldu.

Rezzak ismini düşünelim: Rezzak (rızık verici) isimdir. Terzık (rızıklandınmak) fiildir. Rezzakiyet yani rızıklandırıcılık, rızıklandırıcı olma ise bir şe’ndir. Cenâb-ı Hak, daha sonra yaratacağı hayvanlara rızık olmak üzere önce bitkileri yarattı, sonra bu rızka muhtaç mahlûkları yarattı ve bu ikincilerin, birincilerle beslenmelerinde Rezzak ismi tecelli etmiş oldu. Ve Allah, rezzakiyetini bütün rızka muhtaç mahlûklarında tecelli ettirdi.

Nur Risalelerinde, şuunâtla ilgili olarak; ‘lezzet-i mukaddese, sürur-u münezzeh’ gibi ifadelerle dikkatimize sunulur. Bu ince ve derin hakikatleri, insan aklına bir derece yaklaştırmak için de bir misal verilir: Bir sultanın bütün muhtaç ve fakir raiyetini bir gemiye bindirdiği ve onları o gemide seyahat ettirerek her türlü ihtiyaçlarını gördüğü, yedirdiği, içirdiği anlatılır. Ve o sultanın, o muhtaç raiyetinin sevinmelerinden de bir haz duyduğu ifade edilir. Ve Allah’ın bütün canlıları bu dünya gemisinde yedirip içirmekten ve her türlü ihtiyaçlarını görmekten kendine has ve mahlûkatın her türlü lezzet telakkilerinden münezzeh bir ‘lezzet-i mukaddesesi’ olduğu nazara verilir. İşte bu lezzet-i mukaddese ilâhî şuunâttandır.

Bize verilen bu zengin sermaye ile İlâhî sıfatlar ve şuunat sahasında bir derece marifet kazanmak istediğimizde, aklımıza gelen veya kalbimize doğan bir manada şu iki şartın mutlaka yerine gelmesi lazımdır: Zât-ı Akdes’in “kudsiyetine” ve “gına-yı mutlakına” münasib ve lâyık olması.

Birinci şart; Zât-ı Akdes’in kudsiyetine münasip ve layık olma:

Biz, meselâ, "sevmek", “memnun olmak” dediğimizde hemen kendi sevgimizi ve memnuniyetimizi ölçü alır ve Allah’ın sevgisini ve memnuniyetini bunlarla anlamaya çalışırız. Hâlbuki insanın aklı gibi, hayali ve his dünyası da mahlûktur. Allah’ın bir sıfatı ‘Muhalefetü’n-lil-havâdis’tir. Yani Allah, kendi yarattığı mahlûkatına hiçbir cihetle benzemez.

Havâdis; hadis olanlar, sonradan yaratılanlar demektir. Allah ise Kadîmdir, Ezelîdir. Ezelî olanın, ne zatı, ne de sıfatları hâdis olanların zatlarına ve sıfatlarına benzemez. O halde, insan kendi sıfatlarının mahlûk ve sınırlı olduğunu ve İlâhî sıfatların bunlarla bilinmekten ve anlaşılmaktan münezzeh ve mukaddes olduğunu, öncelikle, dikkate almalıdır.

Bizdeki sıfatlar İlâhî sıfatların ancak varlıklarını bildirebilir, mahiyetleri hakkında hiçbir fikir vermez. Sıfatlar için söylenenler, şuunat için de aynen geçerlidir. Allah’ın ne sevmesi bizim sevmemize benzer, ne de memnuniyeti bizim memnuniyetimize.

Gınayı mutlaka münasipve lâyık olma şartı:

Allah mutlak ganidir, yani mahlûkatın hiçbir şeyine ihtiyacı yoktur. Zira o şeylerin hepsini yaratan kendisidir. Yaratanın, yarattığına muhtaç olması ise düşünülemez.

Allah, güneşin ışığına muhtaç olmadığı gibi, kalbin imanına ve muhabbetine de muhtaç değildir. İftihar etmek, müferrah olmak gibi mânâları düşünürken, bunların, bizde olduğu gibi, bir ihtiyaçtan doğmuş olamayacağını, Allah’ın her türlü ihtiyaçtan münezzeh ve mukaddes olduğunu özellikle dikkate almamız gerekiyor.

İşte insan, bu iki şarta riayet ettiği takdirde kendi ruh âlemindeki birçok histen, duygudan ve mânâdan İlâhî şuunata karşı marifet yolları bulabilir.

Bu şartları taşımayan bir düşünce, insanı ancak sapıklığa ve dalâlete sürükler.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Kategorileri:
Okunma sayısı : 7.867
Sayfayı Word veya Pdf indir
Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

Yorumlar

Adem68474

İsmi kayyumda geçen rahmet hazinelerinin umum çeşitlerine insanı bir liste hükmüne getirir." Cümlesindeki insanın bir liste olması Nasıl oluyor

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)

İnsanda ki cihaz ve duygular İlahi nimetleri tartıp tadacak bir şekilde dizayn edilmiştir. Yani Allah kainatta ne kadar nimet vermiş ise insan da bu nimetleri tadacak cihazlara sahip demektir. İnsan bu yönü ile çok zengin ve çeşitlilik içeren bir yapıya sahip bu mana liste ile ifade ediliyor. 

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Adem68474

inkişaf etmeyen hisleriyle, çok daha ulvî mânâlara yönelebilmekte,BUNLAR HANGİ HİSLER OLABİLİR HANGİ MANALARI ANLIYOR

 

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)
Mesela cömertlik duygusu ile Onun Kerim ismini anlıyor. Cüzi şefkati ile Rahman ve Rahim isimlerini anlıyor. Cüzi keyif ve memnuniyeti ile Onun külli ve münezzeh olan keyif ve memnuniyetini anlıyor vesaire. 
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Adem68474

İnkişaf etmeyen bir duygu ( mesela cömertlik vb) nasıl şuunata ayine oluyor.Zahiren inkişaf eden bir duygu daha ziyade ayine olması gerekmiyor mu?

Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.
Editor (Muaz)
İnsan dünyaya geldiğinde bu duygu potansiyel yani inkişaf etmemiş bir şekilde geliyor sonra hayat yolculuğunda bu duygu inkşaf ve insbisat ediyor denilmek isteniyor. 
Yorum yapmak için Giriş Yapın ya da Üye olun.

BENZER SORULAR

Yükleniyor...