"İnsanın en lâtif ve şirin bir seciyesi olan şefkat, eğer sırr-ı tevhid onun yardımına yetişmezse, öyle müthiş bir hırkat, bir firkat, bir rikkat, bir musibet olur ki, insanı en bedbaht bir dereceye indirir." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Hem meselâ: İnsanın en lâtif ve şirin bir seciyesi olan şefkat, eğer sırr-ı tevhid onun yardımına yetişmezse, öyle müthiş bir hırkat, bir firkat, bir rikkat, bir musibet olur ki, insanı en bedbaht bir dereceye indirir. Tek bir güzel yavrusunu ebedî kaybeden bir gafil valide, bu hırkati tam hisseder."(1)
İnsanın üstün vasıflarından biri de şefkat etmektir; dertlilere acımak ve onların yaralarını sarmak için çabalamaktır. Şefkat, bütün peygamberlerin müşterek vasfıdır ve bu üstün vasıf en ileri derecesiyle Peygamber Efendimizin (asm.) kalbinde hükmetmiştir ve etmektedir. Dünyaya geldiğinde “Ümmetî! Ümmetî!” demesi gibi, mahşerde yine “Ümmetî!” (ümmetim) diyerek ümmetinin imdadına koşacak olması bunun en açık iki misalidir.
Üstad hazretlerinin “Karşımda müthiş bir yangın var. Alevleri göklere yükseliyor. İçinde evlâdım yanıyor, îmanım tutuşmuş yanıyor. O yangını söndürmeye, îmanımı kurtarmağa koşuyorum.” diyerek muhtaçların imdadına bir ömür boyu koşması onun Allah Resulüne (asm.) bu sahada da en güzel bir varis olduğunun bir delilidir. Güz mevsiminde sararan yapraklardan, ölümle karşı karşıya bulunan küçük hayvanlara kadar uzanan o büyük şefkat, elbette insanların âhirette ebediyen azap çekmeleri tehlikesine karşı lakayd kalamazdı. Nitekim kalmamış ve bütün ömrü boyunca insanların imanlarını kurtarmak için yılmadan, usanmadan, hapislere, zindanlara, sürgünlere beş para ehemmiyet vermeden çalışmıştır.
Bir hadis-i kudsî de “Rahmetim gazabımı geçti” buyuruluyor. Bu hadis-i kudsîye bazı âlimlerimiz şöyle mâna veriyorlar:
‘Herhangi bir musibetin rahmet ciheti, onun verdiği ıstıraplardan, sıkıntılardan, elemlerden daha fazladır.’
Musibetin rahmet ciheti, insanın günahlarına keffaret olması, derecesini artırması, kalbini ahirete yöneltmesi gibi ulvî neticelerdir. Bu ulvî ve ebedî meyveleri yanında çekilen sıkıntılar yahut görülen maddî zararlar çok küçük kalır.
Mesela evladı gözü önünde parçalanan bir annede eğer iman ve marifet yok ise ya da teslim ve tevekkülü tam değil ise, bu hâdise o şefkatli anneyi perişan eder, âdeta bir azap ve elem kaynağı haline gelir. Ama marifet ve iman kemali ile kalbinde hâkim olursa, o hâdisenin ateşi binden bire düşer. Bilir ki o yavruyu kendinden daha iyi düşünen, daha çok seven ve bilen bir Allah var ki, ondan daha şefkatli ve ondan daha iyi bir hamidir. Öyle ise bu hâdisede bir hikmet var, deyip Allah’ın hikmet ve şefkatine teslim olur, şefkatin menfi ateşini söndürür.
Annenin yavrusuna olan şefkati çok derin ve şiddetlidir; lüzum olsa yavrusu için canını hiç çekinmeden verebilir. Yavrusunun ölmesini bir yana, ayağına diken batsa yüreği acır, şefkati onu paramparça eder. Bu şefkat duygusu şayet iman ve tevhid ile terbiye edilmezse, insana çok büyük acılar ve elemler yaşatır.
Mesela, bir annenin gözü önünde yavrusuna bir araba çarpıp onu parçalasa, ahirete iman etmeyen biri ona; "Senin yavrun yok olup gitti, bir daha onu asla göremeyeceksin ve onu bağrına basıp koklayamayacaksın" diye telkinde bulunsa, anne o şefkatin verdiği acı ile bin parçaya bölünür, kahr ile yeksan olur. O annenin acısını hiçbir felsefî doktrin, hiçbir tabiatçı fikir teselli edemez.
Sonra Hızır gibi manevî bir hekim gelip o anneye, "Merak etme, senin yavrun daha güzel bir âleme göçtü, daha mükemmel nimetlere kavuştu; üstelik kuşlar gibi cennet bahçelerinde uçuyor ve senin ona kavuşmanı dört gözle bekliyor" diye onu teselli etse, o şefkatli annenin acısı binden bire iner ve müthiş bir oh! çeker.
Şefkat, tevhid ile terbiye edilmezse, insanın başına nimet iken nıkmet oluveriyor. Küfür yürek yakan kızıl bir ateş iken, iman elem acısını gideren soğuk ve tatlı bir su gibidir.
Allah’a olan marifet ve tevhidde olan derinlik artıkça, hâdiselerin tazyik ve baskısı da o nisbetle azalır ve hafifler.
İnsan rehbersiz kalırsa, neye üzüleceğini neye sevineceğini bilemez. Mesela en büyük bir hâdise olan ölüm; insana büyük bir acı ve azap verir. Şayet ölümün hakikati bilinirse, onun bir yokluk ve hiçlik olmadığı, ebedî bir hayatın bir başlangıcı olduğu idrak edilirse, insan onun elim acısından kurtulur ve rahat bir nefes alır. Burada şefkat ateşini söndüren şey, ahiret inancı ve beka âlemidir.
Aynı şekilde insanın kalbinde, iman, marifet ve tevhid nuru kemali ile bulunursa, insanın şefkat hissi ile zahiren şer gibi görünen hâdiselere fazla üzülmez, onların altındaki rahmet cihetini düşünür ve rahat eder. Bilir ki;
“Allah’ın rahmetinden fazla rahmet edilmez.”
“Bütün validelerin şefkatleri rahmet-i İlâhiyenin bir lem’asıdır.”
Bu iki reçeteyi kendine rehber edinen insan, şefkatin ateşinden kurtulur. Sevdiği kimselerin başlarına gelen hastalık ve musibetler karşısında, kendisine düşen vazifeyi tam olarak yerine getirdikten sonra, yine Üstadın “onların Hâlık-ı Rahîminin rahmetinden daha ileri şefkatini sürme” tavsiyesine uyarak sabırla bekler ve neticeyi rıza ile karşılar.
(1) bk. Şualar, İkinci Şua, Birinci Makam, Üçüncü Meyve.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü