"İnsanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misillü, kâinatın bir nevi merkez-i manevisi olduğunu gösteren hadsiz fünun ve ulum-u beşeriye olduğu gibi..." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
"Evet, insanın kafasındaki dimağı, hadsiz telsiz telgraf ve telefonların santral denilen merkezi misillü, kâinatın bir nevi merkez-i mAnevİsi olduğunu gösteren hadsiz fünun ve ulûm-u beşeriye olduğu gibi, insanın mahiyetindeki kalbi dahi, hadsiz hakaik-i kâinatın mazharı, medarı, çekirdeği olduğunu, had ve hesaba gelmeyen ehl-i velâyetin yazdıkları milyonlarla nurani kitaplar gösteriyorlar." (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, Dokuzuncu Kısım.)
İnsanlığın ortak aklının oluşturmuş olduğu fen bilimleri, insan aklının ne denli geniş, kapsamlı ve külli bir mertebede olduğunu gösterir. Âdeta kâinatın merkezine yerleştiğini gösteren güçlü bir delil ve remiz niteliğindedir.
Allah’ın insana böyle kâinatın merkezine yerleşecek kadar külli ve kapsamlı bir aklı vermesinin en önemli nedeni, aklın kâinat kitabı üzerinde tecelli eden ilahi isimleri okuması ve tefekkür etmesi içindir.
Yani insan aklının fıtratında Allah’ı isim ve sıfatları ile tanımak ve onun azamet ve kibriyası karşısında haşyet ile eğilmek vardır. Şayet akıl bu asli vazifesini unutup kâinatı Allah hesabına değil de kendi ve tabiat hesabına okursa, o zaman akıl alet-i sukut derecesine iner. Fen bilimleri de gafletin ziyadeleşmesine yardım eden enstrümanlar hâline dönüşür.
Akıl kâinatın yüksek ve yüce bir müfettişi olma makamından, insanı sürekli endişe ve elem içinde bırakan bir azap makamına dönüşür. Evet, akıl yerinde kullanılmadığında geçmişin elemlerini ve geleceğin endişelerini ana taşıyan bir alet-i ızdıraba dönüşür. Akıl bu yönü ile insanı dünyadan haz ve lezzet alma bakımından hayvanın altına düşürür.
Aynı bakış açısı insanın kalbi için de geçerlidir. Allah insanın kalbini âdeta kâinatın bir haritası, bütün hakikatlerin merkezi ve kabul ve tasdik yeri olarak tasarlamıştır. Nasıl küçük bir incir çekirdeği içine kocaman bir incir ağacı yerleştirilmiş ise, aynı şekilde insanın kalbi de kâinat ağacının bir çekirdeği niteliğindedir.
Kalp, imanın mahalli, marifet ve muhabbetin, sıfat ve esma-i ilahiyenin tecelligâhı, bütün feyizlerin makesi ve manevi duyguların merkezidir. İşte,
“Ben yerlere ve göklere sığmadım, ancak mümin kulumun kalbine sığdım." (bk. Aclûnî, Keşfü’l-Hafa 2/165; İmam-ı Gazâlî, İhyâ-u Ulûmiddîn, 3/14.)
kudsi hadisi de bu inceliğe işaret ediyor. Yani kalbin de akıl gibi ne kadar külli ve kapsamlı bir yapıda yaratıldığına işaret ediliyor. Had ve hesaba gelmeyen ehl-i velayetin yazdıkları milyonlarla nurani kitaplar, kalbin büyüklüğü ve kapsamına işaret eden vesikalar hükmündedir.
Âyine-i Samed olan kalp, beden ikliminde itaat olunan bir melik gibidir. Cenab-ı Hakk’ın marifet ve muhabbetine mazhar ve ayna olan bu kalbin değeri, bütün tasavvurların fevkindedir.
Sonuç olarak, insana verilen akıl ve kalbin böyle azametli ve külliyetli olması insanın hem halife olmasının hem de ahsen-i takvim bir yaratılışta olmasının bir ispatı bir delili niteliğindedir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü