"İnsanların en büyük zulümlerinden biri de şudur ki: Büyük bir cemaatin mesaisine terettüp eden -hasenatı intaç eden- semeratı bir şahsa isnad ve ona mal ederler. Bu zulümde bir şirk-i hafî vardır..." izah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Bir milyon insanın gayret ve çabaları ile oluşan bir neticeyi, onların içinden bir şahsa verecek olursak, o zaman o şahısta bir milyon insanın gücünü, zekasını ve enerjisini kabul etmek durumunda kalırız.
Oysa gerçekte bir tek insan gayet derecede sınırlı, zayıf ve acizdir. İnsanoğlu bu gibi abartılı bakışlarla çok insanları olduğundan daha büyük zannetmiş, hatta daha da ileri giderek o şahsa ilahlık payesi vermiştir. Tarih bunun örnekleri ile doludur. Bir insana ilah derecesinde bir kuvvet atfetmek gizli bir şirktir.
Hatta günümüzde siyasi liderlere o kadar övgüler düzülüyor ki, bu övgüler hem öveni hem de övüleni şirke yuvarlandırır. Çevremizde falanca lider olmasa aç kalmıştık, o olmasa varlığımız tehdit içinde olurdu, kurtuluşumuz onun sayesinde,.. türünden çok zahir ve hafi şirklere girilmektedir.
Yakın zamanda bir siyasetçinin şu sözü bu konuda iyi bir örnek teşkil ediyor: “Biz olmasaydık siz olmazdınız.” Bu söz, Allah muhafaza gizli bir şirktir.
Mesela, tıp bir ilimdir ve insanlığın ortak aklı sayesinde bugünkü seviyesine gelmiştir. Şu anki tıp ilminde Lokman hekimden tutun ta İbn-i Sina ve benzeri hekimlere varana kadar yüzlerce insanın katkı ve emeği vardır. Biz desek ki "bu ilim dalı sadece İbn-i Sina'nın fikrinin bir ürünüdür." O zaman İbn-i Sina olağanüstü bir varlık haline dönüşür, hatta daha da ileri gidilirse bir Şifa tanrısı olarak algılanmaya başlar.
Yine insanlar meşhur ve göz önünde olan insanlara değerinden fazla değer atfederler. Onlarda olmayan sıfatları onlara yakıştırırlar. O şöhretli insanların bir iki meziyeti varsa, beş on meziyeti de halk zorla onlara dayatır. Şayet o meşhur zat yaşıyor ise, halkın bu dayatması karşısında mahcup olmamak ya da nefse hoş gelmesi bakımından onların dediği gibi bir tavır sergilemeye başlar, hatta suni ve tekellüfler ile kendini o biçilen role uydurmaya çalışır. Bu da onu riyakâr olmaya icbar eder, yani ahlaksızlaştırır.
Şayet o meşhur şahıs ölmüş birisi ise, bu kez efsaneleşip mitolojik bir varlık hâline gelirler. Herkül, Zaloğlu Rüstem, Kara Murat, Battal Gazi, Tarkan gibi tarihi kahramanlar hep bu mübalağalı bakış açısının abartılı tipleridir ki, bu tiplerin ilahlaştırılması kaçınılmaz bir sonuç hâline gelir.
"İ’lem eyyühe’l-aziz! İnsanların en büyük zulümlerinden biri de şudur ki: Büyük bir cemaatin mesaisine terettüp eden -hasenatı intaç eden- semeratı bir şahsa isnad ve ona mal ederler. Bu zulümde bir şirk-i hafî vardır. Çünkü, bir cemaatin cüz-ü ihtiyârîsiyle kesb ettikleri mahsulâtı bir şahsa atfetmek, o şahsın, icad derecesinde harikulâde bir kudrete mâlik olduğuna delâlet eder. Hattâ eski Yunanîlerin ve Vesenîlerin ilâheleri, böyle zâlimâne tasavvurat-ı şeytaniyenin mahsulüdür."(1)
Şirk, Allah’a ortak koşmaktır. Putlara tapanlar, yıldıza, güneşe, zamana, nehre v.s. tapanlar Allah’a açıkça şirk koşmaktır. Şirkin bir de hafisi, yâni gizlisi var. Gizli şirkte Allah’a inanıldığı halde, O’nun kudretiyle, ilmiyle, ihsanıyla ortaya çıkan bir hayırlı işi sebeplere vermek, onlardan bilmek ve onlara gereğinden çok fazla minnettar olmak söz konusudur. Bir hayrın ortaya çıkması için gerekli bütün sebepleri Allah yarattığı halde, o hayrı tamamen bir kişiye vermek, bütün hayrı ondan bilmek bir nevi şirk oluyor.
Allah’ın rızası yerine insanların beğenmesini, alkışlamasını gözetmek de şirk-i hafi, yâni gizli şirktir.
Gizli şirke düşen kişi, Allah’ın zâtına değil, sıfatlarına, fiillerine ortak koşmuş oluyor. Meselâ, “Falan adam olmasa aç kalmıştık.” Veya “Filan doktor olmasa annemi kaybetmiştim.” diyen kişi, ilk bakışta Allah’a şerik koşmuş olmuyor, çünkü sözünü ettiği o kimseye bir uluhiyet izafe etmiş değil, ama rızık vermeyi veya şifa ihsan etmeyi o kişiye bağlamakla Allah’ın Rezzâk ve Şâfi isimlerine şerik koşmuş oluyor.
Üstat hazretleri riyanın da şirk-i hafi olduğunu söyler.
Bütün ibâdetlerimize “niyet ettim Allah rızası için” diye başlıyoruz. Her işi Allah rızası için yapmak esastır. Bir iş, yahut bir ibâdet, halkın beğenmesi, taktir etmesi, alkışlaması için yapılıyorsa bu noktada, bir şirk-i hafi vardır. Üstat hazretleri bu manayı çok veciz olarak “nası Rabbünnasa şerik yapmak” şeklinde ifade eder.
Üstat hazretleri bu derste, bütün insanların çalışmasıyla ortaya çıkan bir neticeyi bir şahsa isnat etmekte de bir şirk-i hafi olduğunu ifade ederek bunun sebebini şöyle açıklıyor:
Çünkü, bir cemaatin cüz'-i ihtiyârisiyle kesbettikleri mahsulatı bir şahsa atfetmek, o şahsın îcad derecesinde harikulâde bir kudrete mâlik olduğuna delâlet eder.
Bu hakikatten bizim almamız gereken en önemli ders şu olsa gerek:
Arkadaşlarımızla birlikte gerçekleştirdiğimiz bir hizmette ve ulaştığımız bir hedefte nefsimiz ön plana çıkmak ve başarının tümünü kendine mal etmek isteyebilir. “Zaman cemaat zamanıdır.” hakikatini daima göz önünde bulundurmalı ve böyle bir hataya düşmekten hassasiyetle kaçınmalıyız.
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Hubab.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar