"Tesir-i hakikînin esbaba verilmesi bir nevi şirktir." Onun yüzünden oldu; gibi ifadeleri kullanmak şirke götürür mü?
Değerli Kardeşimiz;
Sebeplere olduğundan fazla ehemmiyet vermek, “Falan kimse olmasaydı mahvolurdum”, “Falan insanın yardımı olmasaydı acımdan ölürdüm” gibi ifadeler şirk-i hafiye girer.
Halbuki bütün mülk Allah’ın olduğu gibi, bütün hayırlar da O’nun elindedir. Sebepleri yaratan da O’dur, onlardan çıkan neticeleri de.
Allah, ışığı güneşle gönderdiği gibi, meyveyi ağaçla, sebzeleri toprakla, balı arıyla, balıkları denizle gönderiyor. Bazı nimetlerini de diğer insanların eliyle gönderiyor. Mesela, şifayı doktorun eliyle veriyor. Bunu böyle düşünmeyip de, “Falan doktor olmasa babam ölmüştü.” diyen adam Şafi isminde Allah’a ortak koşmuş oluyor.
“Bu şeye sebep veya vesile olan sensin” ifadesi ile “Bu şeyin yaratıcısı, hakiki faili, tesir edeni, hakiki icad edeni sensin” ifadeleri arasında azim bir fark var. Birincisi iman açısından normal bir ifade iken, diğerleri şirke götüren ifadelerdir.
“Bu şeye sebep olan sensin, onun yüzünden bu başıma geldi” gibi ifadeler kâinatta âdetullahın bir icabı olan sebeplere işaret ediyor. Dolayısı ile bu ifadelerin şirk olması mümkün değildir. Her insan günlük hayatında bu tarz ifadeler kullanmaktadır. Şayet bu ifadeler şirk olsaydı, istisnasız herkesin şirke girmiş olması gerekirdi. Ki bu "teklif-i mâla yutaktır", yani hiç kimsenin güç yetiremeyeceği emir ve nehiy demektir. Halbuki Allah ayetlerinde kullarına kaldıramayacağı yükü yüklemeyeceğini şöyle ifade etmektedir:
“Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez...” (Bakara, 2/286)
"...Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez..." (Bakara,2/185)
Bir insan, açık bir dille küfür ve şirki gerektiren ifadeler kullanmadığı müddetçe, bu tarz kapalı ve hükmü belli olmayan ifadeler yüzünden şirke girmiş olmaz.
Üstadımızın ifadesi ile avamın imanı ancak sorgu ile anlaşılır:
"S - Avâm-ı nâstan, hakaik-i diniyeyi tabir eden ancak yüzde birdir."
"C - Tabir etmemesi, bilmemesine delil olamaz. Evet, çok defa lisan, insanın tasavvuratından incelerini tabirden âciz olduğu gibi, kalbindeki ve vicdanındaki inceler de akla görünmez. Hattâ belâgat dâhilerinden Sekkâkî gibi bir zât, İmruu’l-Kays veya başka bir bedevînin ibraz ettiği belâgat incelerini kavramamıştır."
"Maahâzâ, imanın var olup olmadığı sorguyla anlaşılır. Meselâ âmi bir adama, bütün cihetleriyle, eczasiyle kudretinde ve tasarrufunda bulunan Sâniin, yarattığı bu âlemin bir cihette Sânii olup olmadığı hakkında bir sorgu yapıldığı zaman, 'Hiçbir cihette değildir! Olamaz!' dese kâfidir. Çünkü, nefiy cihetinin, yani Sâni’siz olamayacağının onun vicdanında sabit olduğuna delâlet eder."(1)
Her Müslüman, dil ile ikrar, kalp ile tasdik ettiği imana dair hakikatleri etraflı ve delilli bir şekilde ifade edemez. Böyle Müslümanların kalbindeki imana dair incelikleri ifade etmekte güçlük çekmesi, imansız olduğu manasına gelmez.
Kişi "Bu hâdiseye sen sebep oldun, ama onun hakiki yaratıcısı Allah" dediği müddetçe imanında bir sıkıntı yok demektir.
(1) bk. İşaratü'l-İ'caz, Bakara Sûresi, 3. Âyet Tefsiri.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü