"İşte, Güneş’in, her bir çiçeğe ve Kamer’e mukabil her bir katreye, her bir reşhaya, mezkûr üç cihette, ikişer tarikle teveccüh ve ifazası var..." Burayı bir bütün olarak izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

"İşte, Güneş’in, her bir çiçeğe ve Kamer’e mukabil her bir katreye, her bir reşhaya, mezkûr üç cihette, ikişer tarikle teveccüh ve ifâzası var."

"Birinci Tarik: Bil-asâle, doğrudan doğruya, berzahsız, hicapsızdır. Şu yol, Nübüvvet’in tarîkını temsil eder."

"İkinci Yol: Berzahlar tavassut eder. Âyine ve mazharların kabiliyetleri Şems’in cilvelerine birer renk takıyor. Şu yol ise, velâyet mesleğini temsil eder."

"İşte, Zühre, Katre, Reşha, her birisi evvelki yolda diyebilirler ki, 'Ben umum âlem Güneş’inin bir aynasıyım.' Fakat ikinci yolda öyle diyemez; belki, 'Ben kendi güneşimin aynasıyım veyahut nev’ime tecellî eden güneşin aynasıyım.' der. Çünkü Güneş’i öyle tanıyor. Bütün âleme bakar bir Güneş’i göremiyor. Halbuki, o şahsın veyahut nev’inin veya cinsinin güneşi, dar berzah içinde, mahdut bir kayıt altında ona görünüyor."

"Halbuki, kayıtsız, berzahsız mutlak Güneş’in âsarını o mukayyed güneşe veremiyor. Çünkü: Bütün yeryüzünü ısıtmak, tenvir etmek; umum nebâtât, hayvânâtın hayatlarını tahrik etmek ve seyyâratı etrafında döndürmek gibi haşmet-nümâ eserleri o dar kayıt ve mahdut berzah içinde gördüğü güneşe şuhûd-u kalbî ile veremiyor. Belki, o âsâr-ı acîbeyi, eğer o şuurlu farz ettiğimiz üç şey, o kayıt altında gördüğü güneşe verse de sırf aklî ve îmânî bir tarzda -ve o mukayyed ayn-ı mutlak olduğunu- bir teslîmiyetle verebilir. Fakat o insan gibi akıllı farzettiğimiz Zühre, Katre, Reşha, şu hükümleri, yâni pek büyük âsârı güneşlerine isnad etmeleri aklîdir, şuhudî değil. Belki bazen, hükm-ü îmânîleri şuhûd-u kevniyelerine müsademe eder, pek güçlükle inanabilirler."(1)

Evvelki yol, nübüvvetin tarîki olarak ifade edildiğine göre, zühre ve katrenin bu yolda "Ben umum âlem Güneş’inin bir aynasıyım." demelerini şöyle anlayabiliriz:

Zühre kendindeki renklerin de güneşten geldiğini düşünerek, enaniyet yolunu bırakıp doğrudan Güneşe yönelebilir.

Katre de kendisine Ay’dan gelen ışığın, aslında güneşten geldiğini düşünmekle Ay’a âşık olmaktan vazgeçip bütün kalbiyle Güneşe teveccüh edebilir. Böylece her ikisi de nübüvvet yoluna girmiş olurlar.

Bunu başaramadıkları takdirde, ikinci yolda kalmaya devam ederler. Yani, hakikati bulmalarında “Berzahlar tavassut eder. Ayna ve mazharların kabiliyetleri Şems’in cilvelerine birer renk” takar. Hakikati olduğu gibi vazıh olarak bilemezler.

“Zühre, Katre, Reşha, her birisi evvelki yolda diyebilirler ki, 'Ben umum âlem Güneş’inin bir aynasıyım.' Fakat ikinci yolda öyle diyemez...”

ifadesinde reşhanın da zikredilmesini ve onun hakkında da “ikinci yolda öyle diyemez” buyurulmasını şöyle düşünebiliriz:

Nübüvvet yolunu temsil eden reşha, hakikatlere, faraza, velâyet mesleğine göre nazar etse, o da "Ben umum âlem Güneş’inin bir aynasıyım." diyemez.

Burada şu hususu da ifade etmek gerekiyor:

Nübüvvet, sadece Peygamber Efendimizin (asm.) değil, bütün peygamberlerin ortak yoludur. İman hakikatlerinde bütün semavi dinler müşterektir. Hepsi aynı hakikatlere imanı emrederler. Şu var ki, İslam dini hem iman hakikatlerini, hem de müminin ibadet ve muamelat hayatını en son ve en mükemmel olarak ders vermiştir.

“Çünkü”den itibaren bütün cümleler, ikinci yol için söz konusudur. Bu yolda gidenler Güneşi “dar berzah içinde, mahdut bir kayıt altında” görürler. Güneşin haşmetli icraatlarını bu dar anlayışlarına sığıştıramazlar. Güneşi görmedikleri için, onun hakkında duyduklarını “güneşe şuhûd-u kalbî ile” veremezler. Hakiki Güneş'in haşmetli icraatları, aynalarındaki misali güneşlerde bulunmadığından, bu hakikatlere ancak Güneşe olan iman ve teslimiyetleriyle inanırlar ve onları öylece tasdik ederler.

“Bütün âleme bakar bir Güneş” ifadesi Cenâb-ı Hakk’ın bütün âlemlerin Rabb’i, Hâlık’ı, Mâlik’i olmasına işaret eder.

“Kayıtsız, berzahsız mutlak Güneş’in âsarı” ifadesi, Allah’ın bütün sıfatlarının mutlak olduğuna, yani o sıfatların icraatlarını engelleyecek başka ilahların bulunmadığına işaret eder.

Zühre, Katre ve Reşha’nın ikinci yolda 'Ben kendi güneşimin aynasıyım veyahut nev’ime tecellî eden güneşin aynasıyım.'demeleri, bu yolda giden bir insanın, sadece kendinde ve nev’inde tecelli eden isimlerle Allah’ı tanıdığını, bütün âlemlerdeki esma tecellileriyle tanımadığını ifade eder.

Mesnevî-i Nuriye’de bu konuya da ışık tutacak şu ifadeler geçer:

"Kur’an-ı Kerim, bütün insanlara rahmettir. Çünkü her bir insanın şu hakikî âlemden kendisine mahsus hayalî bir âlemi olduğu gibi, herkes kendi meşrebine göre Kur’an’dan fehim ve iktibas ettiği, hafızasında kendisine has bir Kur’an vardır ki, onun ruhunu terbiye, kalbini tedavi eder."

Bir insan, Kur’an’dan hangi hakikatleri ders almışsa onlara inanır ve neleri öğrenmişse onlarla amel eder. Bir müminin ruhunu, Kur’an-ı Kerim’in bütün hakikatleri değil, onun Kur’an'dan ders aldığı hakikatler terbiye eder. Bir tek kâinattan her ağacın, her çiçeğin kendi kabiliyetine göre faydalanması ve o kabiliyete uygun meyveler vermesi ya da herkesin bir tek güneşten kendi aynasına akseden güneş timsali kadar istifade etmesi gibi, aynı Kur’an’dan her mümin ve her meşreb sahibi de kendi kabiliyetine göre istifade eder.

Bir meşreb sahibinin kalb aynasına intikal eden Kur’an hakikatleri, Güneş'ten Ay’a akseden ışık gibidir. Bu meşreb sahibi, sadece o ışıkla iktifa etmemeli, dersin devamında beyan edileceği gibi “başını kaldırıp gökteki Güneşe” de bakmalıdır. O güneşten tam istifade ettiği takdirde, kendi meşrebine akseden ışıktan da ilave bir istifadesi olabilir. Yoksa sadece Ay’ın ışığıyla iktifa ederse zarar eder.

Esma-i ilahiye, evliyaullahın kalblerinde aynı derecede tecelli etmez. Bazı esmaya azami derecede mazhar olan bir veli, bazılarında o derece ileri gidemeyebilir. Bu zat, kendisindeki tecelliden azami istifade etmekle birlikte, bütün esmaya azami derecede mazhar olan Allah Resulüne (asm.) tam ittiba etmeli, kendi aynasında az miktarda görünen tecellileri daha ileri derecede ondan ders almalıdır.

Mesela, Vedud ismine mazhar olmakla, kalbi aşk-ı İlâhî ile yanan bir veli, Hakîm ismine de aynı ölçüde mazhar olamayabilir. Bunun neticesi olarak, mahlûkatta teşhir edilen birçok hikmetleri tam olarak bilemeyebilir. Ama aynı zat, Hakîm ismine de mazhar ise âlemi ve hadisatı değerlendirmesi daha ileri seviyede olur.

Mesnevi’den naklettiğimiz Kur’an misaline dönecek olursak, bir fıkıh âlimi Kur’anın ahkâm ayetleri üzerinde çok mesai sarfettiği takdirde, onun aynasına Kur’an güneşinin bu ciheti daha fazla aksetmiş olur. Bir başkası akaide dair ayetleri tefsirde yoğunlaşmışsa, o zat da fıkıhda geri kalabilir. Her iki hususiyeti de kendinde toplayan bir başka âlim ise Kur’anı anlamada diğer iki zattan daha ileri bir mertebeye ermiş olur. İşte evliyaullahdaki farklı esma tecellileri de bir yönüyle, buna benzer.

Bir tecellide çok ileri bulunan bir zat, diğerinde geri kaldığı takdirde, bu ikinci tecelliye taalluk eden hakikatleri anlamada zorluk çekebilir. Onların da hak olduğunu tasdik etmekle beraber, o esmaya mazhariyette geri kalabilir. Sadece ilim ve hikmet tecellilerinde ileri giden bir zat, kudret tecellilerini aynı seviyede ihata edemeyebilir. Onlara sırf aklî ve imanî bir tarzda bir teslîmiyetle” inanabilir, ancak bu marifeti kemal derecesinde olmaz.

Velayet mesleğinde bunun çok misalleri vardır. Ancak, hem tasavvuf hem de ilimde ileri giden ve insanları irşad etmekle manen vazifeli bulunan büyük şahsiyetlerde bu gibi eksik değerlendirmeler görülmez. Bu mertebeye çıkamamış kimselerin “bazen, hükm-ü imanîleri şuhûd-u kevniyelerine müsademe eder, pek güçlükle inanabilirler. ”

“Hükm-ü imanîlerin şuhûd-u kevniyelerine müsademe etmesi” konusu On Altıncı Söz’ün başındaki suali hatırlatıyor. Bir mü’min, Allah’ın zatının bir olduğuna inanmakla birlikte fiillerinin külliyetini, her işi bizzat görmesini, ..., anlamakta bazen zorlanabilir.

Bu Söz’de bu konudaki teredütler, yine güneş misaliyle, harika bir şekilde aydınlatılmış bulunuyor. Reşhanın Güneşi vuzuhuyla göstermesi gibi, bu ders de bu hakikati çok açık bir şekilde izah ve ispat etmiştir.

1) bk. Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, İkinci Dal.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?

BENZER SORULAR

Yükleniyor...