"Kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmişse de, amelinin cezasını çektikten sonra, ateşle bir nevi ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden azade olur." İzah eder misiniz?
Değerli Kardeşimiz;
Muhyiddin Arabî Hazretleri, "Onlar orada ebedî kalacaklardır" mealindeki âyet-i kerimeyi tefsir ederken, kâfirlerin cehennemde ebedî kalmakla birlikte, azabı ebedîyen aynı seviyede tatmayacaklarını kaydeder ve zamanla ateşe ülfet edeceklerini, oraya mahsus ayrı bir hayat çeşidine girip eski azaplarından bir derece kurtulmuş olacaklarını söyler.
Elbette ki bu ülfet ve bu zevk dünyadaki bazı hayvanların bizim çok iğrendiğimiz hayat şartlarına alışmaları yahut ondan zevk almaları cinsinden olsa gerek. Cennetin o tariflere sığmaz zevkleri, orada yapılacak peygamber sohbetleri ve nihayet bütün cennet lezzetlerini geri bırakan Rü’yetullah lezzeti dikkate alındığında cehennem ehlinin o ülfet ve lezzetlerinin hakiki manada bir lezzet ve zevk olamayacağı anlaşılır.
Nur Külliyatında geçen yukarıdaki cümleler o büyük velinin bu keşfini, az farkla, doğrular mahiyettedir: Üstadın; "Evvelki şiddetlerden âzade olma" ifadesinden, azabın ebediyen devam edeceği, ama şiddetinin öncekilerden daha hafif olacağı anlaşılıyor. Muhyiddin Arabî Hazretleri ise azabın, yerini âdî, süflî, bayağı bir hayata bırakacağı ve kâfirin cehennemde bu hâliyle ebediyen kalacağı kanaatindedir.
Üstadımız, sualde geçen ifadelerinin sonunda, buna dair "işarat-ı hadîsiye" olduğunu kaydeder. Sözü edilen hadisin metni hakkında bir bilgimiz yok. Ancak, Muyyiddin Arabî Hazretlerinin bu mevzuyu işlerken; "Rahmetim gazabımı geçti" hadis-i kudsîsini sıkça nazara verdiğinden hareketle Üstadın sözünü ettiği hadisin de bu hadis olduğunu tahmin ediyoruz.
Şunu da ehemmiyetle ifade etmek isteriz: Bu gibi hususlar ne imana, ne de ibadete mevzu teşkil ederler. Dolayısıyla bu hususta, aksi fikri savunan kişilerle bir tartışmaya girmenin faydasız olduğunu düşünüyoruz.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
İbn Arabi’nin Cehennem hakkında söyledikleri ise şöyle özetlenebilir.
“Kur’an’da Mücrim/suçlu olarak belirtilen ve cehennemden asla çıkamayacak olan cehennemlikler dört kısımdır:
Birinci kısım: Nemrud, Firavun ve benzerleri kimselerdir ki, Allah’a karşı büyüklenmeye kalkışmış, rablık dava etmişlerdir.
İkinci kısım: Allah’a ortak koşan müşriklerdir.
Üçüncü kısım: Muattıla/ateistlerdir.
Dördüncü kısım: İçlerinde küfür olduğu halde, dışarıya İslam görüntüsünü veren iki yüzlü/münafıklardır. İnsan ve cinlerden oluşan bu dört grup, cehennemin asıl sakinleridir, oradan asla çıkmayacaklardır.(bk. Futuhat, 1/301-302/62. Bab).
- Söz konusu bu dört grub cehennemden asla çıkmayacaklarına, -Kur’an’da ifade edildiği üzere- ölerek yok olmayacaklarına ve cehennemden çıkıp cennete giremeyeceklerine göre, Allah’ın sonsuz rahmeti ve lütfu, onlar hakkında da -bizzat ateşin içinde- bir şekilde tecelli etmesi gerekir. Bu da şöyle olur/olabilir: Cehennemde ebedî kalanlar -Allah’ın haklarında tayin ettiği- cezalarının süresi bittikten sonra, artık ateşe karşı bir alışkanlık, bir muafiyet kazanacaklar. Acıyı hissetme duyuları kaybolup, artık elemi, sızıyı, ağrıyı duymaz hale geleceklerdir. Hatta, uykuda olan birinin -rüyada- gördüğü türden hayalî bir lezzeti bile hissedebileceklerdir.(bk. Futuhat, 1/303).
Fakat kâfir, kendi ameliyle bu duruma kesb-i istihkak etmiş ise de, amelinin cezasını çektikten sonra..AMELDEN KASIT NEDİR? İZAH EDERMİSİNİZ
Kâfirin cezası ebedi olduğu hâlde; cezasını çektikten sonra denmesinin hikmeti?
Üstadımızın bu ifadelerine dayanarak, "Küfrün cezası ebedi cehennemde kalmaktır, ebedi bir şekilde yüksek dozajda azap çekmek değildir." diyebiliriz. "Ateşe ülfet etmek" bir cihetle azabın hafiflemesi anlamına geliyor.
Diğer bir mana olarak, kâfirin cezası hem imansızlık yüzünden hem de terk-i ibadette bulunmasından dolayıdır. İki ceza bir olduğunda azap şiddetli olur, ibadetlerin cezası bittiğinde ceza teke düşer. Böylece amelinin cezasını çektikten sonra, ateş ile bir nevi ülfet peyda eder ve evvelki şiddetlerden azade olur, diye de tevil edebiliriz.
Fakat Kuranda Cehennem ehli için azaplarına azap katacağız deniliyor. Yani azapları devamlı artacak, bu görüşe zıt bir mana çıkıyor..
A'râf / 156. Ayet ve Er-Rahim ismi ile çelişiyor gibi gözüküyor, açıklar mısınız? Allah Razı olsun.
Burada gecen "işârât-ı hadîsiye vardır" ifadesine göre hangi hadîstir? Hadîsin metnini ve me'hazini verebilir misiniz?
Üstad'ın “işarat-ı hadisiye” dediği hadisin hangisi olduğunu kesin olarak bilmiyoruz. Yalnız bu konuda şu deliller gösterilebilir:
1. "Rahmetim gazabımı geçti." (bk. Aclunî, Keşfü'l-Hafâ, 1/448) manasındaki kutsi hadisi, bu konudaki işarete bir işaret olabilir. Rahmetin gazabını geçtiğini gösteren en açık bir belge, ebedi bir hapis olan cehennemdeki en sonunda azaplarının hafifletilmesi olarak ortaya çıkmasıdır.
2. "Rahmetim her şeyi kaplamıştır." (Araf, 7/156) mealindeki ayetten öyle bir işareti sezmek mümkündür.
3. Hz. Peygamber (asm) şöyle buyurdu: “Allah mahlukları yarattıktan sonra, Arşın üstünde yanında bulunan kitabına şunları yazdı: ‘Rahmetim, gazabıma galip geldi.’” (Buhari, h. no: 3194)
Rahmetin gazaba galip gelmesinin bir manası şudur: Gazabının tecellileri ile kâfirlerin suçlarına karşılık olarak çektikleri cezadan sonra, yine en üst konum ve mutlak hakimiyet sonsuz ilahi rahmetin olacaktır.
4. Adalet-i İlahiye noktasından bakılabilir. Yani bu insan yaptığı ve işlediği günahlardan dolayı azap görecektir. Ama bu insanlar, Bediüzzaman’ın dediği gibi, yaptıklarının cezasını çektikten sonra, ateşe ülfet peyda etmesi yani alışması adaletin neticesidir.
5. Kâinatta ne varsa, Allah’ın bir ismini gösterir, onun aynasıdır. Bu durumda, cehennemde olan insanların da Allah’ın bazı isimlerine mazhar olması da mümkündür.
Kim bilir belki de Allah’ın "Metin" ismine mazhariyet söz konusu olacak ve ateşe karşı dayanıklılık verilecektir. Keyfiyetini Allah bilir..
Söz konusu azap uzun asırlar devam ettikten sonra bir gün sona erecektir. Ashaptan Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes‘ûd, Abdullah b. Amr, Ebû Hüreyre, Câbir b. Abdullah ve Ebû Saîd el-Hudrî; tâbiînden Abd b. Humeyd, Şa‘bî ve İshak b. Râhûye’nin dahil olduğu (İbrâhim b. Hasan, s. 473) selef âlimlerinden başka Cehm b. Safvân, Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf ve bazı Şiî fırkalarla Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (Mûsâ Bigiyef, s. 17), İbn Teymiyye, İbn Kayyim el-Cevziyye, İbnü’l-Vezîr ve İsmail Hakkı İzmirli gibi önemli bir grup âlim bu görüşün savunucuları arasında yer almaktadır (Taberî, XII, 71; Eş‘arî, Maḳālât, s. 475; İbn Hazm, el-Uṣûl, s. 45; a.mlf., el-Faṣl, IV, 145; İbn Kayyim, s. 286).
“Deri ateşle ülfet eder, artık ateş yakmaz” sözü eğer ilhamla söylenmişse, söyleyen mazur olur, ancak ona uyanlar ve inananlar felaketten kurtulamaz. Çünkü ilham dinde senet değildir!..
Bu meseleye birkaç cihetten bakabiliriz.
Birincisi: Tefsir ilminde hadisler ayetin mutlak ve umumî manasını takyid edebilir. Bakara suresinde geçen; "azabın hafifletilmeyeceği" manası hadislerle sınırlandırılmış olabileceği anlaşılıyor. Zaten cehennemin de tabakalara ayrılması ve her cehennem ehlinin aynı derecede cezalandırılmaması meseleye işaret eder.
Allah’ın sonsuz adalet ve merhameti, yapılan her iyiliğe bir mükâfat vermeyi iktiza ediyor. Kâfirlerin de bu dünya hayatında bir takım iyilik ve hayırları bulunabilir ve bulunuyor. Allah kâfirlerin bu hayır ve iyiliklerini, cehennemde azaplarının şiddetini hafifletmede değerlendiriyor. Bu husus bazı hadislerde de dile getirilmektedir ki "işaret-i hadis" bu manadadır. Mesela;
Bu hadisler kâfirlerin iyilikleri sayesinde azaplarının hafifleyebileceğine işaret ediyor.
İkincisi: Üstad Hazretleri "azap hafifletilir" demiyor, "Yanan kişi azaba alışır, ülfet eder" diyor. Bu da ayetin manasına zıt olmaz. Ülfet, bir şeye alışmak demektir. Nasıl bir musibetin ilk anı ile sonraki anları azab noktasından farklıdır. İlk an en zor ve en çetin andır, sonraki anlar ise vücudun intibakı ile azabın ilk anki şiddeti hafifliyor. Burada hafifleyen azab değil, azabın verdiği acıdır. Soğuk bir ortama girince, ilk anda şiddetli üşürsün, sonra vücut ülfet etmeye başlayınca, o ilk şiddetli soğuktan gelen üşüme gider. Burada o soğuk ortamda bir değişme ve hafifleme yoktur, değişen ve alışan senin bedenindir. Ayette azabın derecesi hafiflemez diyor, yoksa ülfet ile azaba intibak ederek acının ilk şiddeti gidemez demiyor.
Üçüncüsü: Cehennemde azaba ülfet edemeyecek büyük kâfirlerin var olduğuna dair hadis ve ayetler de vardır. Meselâ; Gayya kuyusu var ki, cehennem bile onun şiddetinden Allah’a sığındığına dair hadisler var. Bakara ve Nebe’ surelerinde geçen ayetlerin onlara bakması da muhtemeldir.
"(Ayetlerimizi) inkâr etmiş ve kâfir olarak ölmüşlere gelince, işte Allah'ın, meleklerin ve tüm insanların lâneti onların üzerinedir."
"Onlar ebediyen lânet içinde kalırlar. Artık ne azabları hafifletilir ne de onların yüzlerine bakılır."(Bakara, 2/161 -162)
Ehl-i kitap ile müşrikleri Kur'an aynı kefeye koymuyor. O zaman cehennemde de aralarında bir fark olması gereklidir. Yani "hafif azap, şiddetli azap" manası olabilir. Şeytan ve onun kurmayları belki ülfet nimetinden istifade edemeyecekler denilebilir.
Dördüncüsü, makbul ve büyük İslam âlimleri bir fikir ortaya atmış ise, bunun mutlaka bir mesnedi, bir nokta-i istinad vardır, deyip hüsn-ü zan etmeli ve esasını tahkik etmeliyiz. Bizim göremediğimiz incelikleri, manaları ve latifeleri onlar ilim ışığı ile görebilirler. Bazı mutaassıp ve saldırgan zahir hocalar gibi, işin aslını, inceliğini tahkik etmeden hücum etmek doğru bir yaklaşım değildir.
Dipnotlar:
(1) bk. Buhari, Menakıbu'l-Ensar 40, Rikak 51; Müslim, İman 360, (210).
(2) bk. Buhari, Menakıbu'l-Ensar 40, Edeb 115, Rikak 51; Müslim, İman 357, (209).
İyilik yapan kâfirlerin ahirette mükâfatlarının ateşle ünsiyet etmeleri şeklinde ifade ediliyor. Yani cehennem onlara belli bir zaman sonra azab vermeyecek mi?
Evvelâ, cehennemin yedi tabakadan müteşekkil olup hafiften şiddetlisine doğru sıralanması, cehennem ehlinin amellerinin de değerlendirilmeye tabi tutulduğunu gösterir.
İkincisi, Allah’ın sonsuz adaleti bütün cehennem ehlinin eşit bir şekilde yanmasına müsaade etmez. Zira cehennemde ebedî kalacaklar içinde insanlığa büyük hizmetleri ve iyilikleri dokunmuş kimseler olduğu gibi, insanlığa büyük zulüm ve haksızlıklar yapanlar da olmuştur; ikisinin müsavi tutulması sonsuz adalet ile bağdaşmaz.
Üçüncüsü, cehennemde ateşin cehennemliklere ülfet etmesi, Allah’ın sonsuz merhamet ve şefkatinin bir muktezasıdır. Yoksa onların amelinin bir neticesi ya da mukabili değildir.
Dördüncüsü, amellerin kabul edilmemesi ayrı bir şey, değerlendirmeye tâbi tutulması ayrı bir şeydir. Allah elbette kâfirlerin amellerinden razı değildir, ama bu onların amellerinin karşılığının verilmesine bir mani teşkil etmez. Nitekim kâfirler fıtrî şeriata uymalarının mükâfatını peşinen bu dünyada alıyorlar. Allah dürüst ve çalışkan bir Hıristiyan tüccarına bu dünyada nasıl mal ve servet veriyor ise, ahirette de oraya münasip bir ceza verebilir. Bu ne ayet ile tenakuz teşkil eder ne da akıl ile...