"Kalplerin Mühürlenmesi" ne demektir?
Değerli Kardeşimiz;
“Kur’an-ı Kerimde bazı kulların kalplerinin mühürlendiğinden söz ediliyor. Bunların hidayete ermeleri imkânsız olduğuna göre yanlış yolda gitmekten nasıl sorumlu tutulabilirler?”
Çoğu zaman, zihinleri bulandırmak için ve kasıtlı olarak sorulan bu soruya ana hatlarıyla şöyle cevap verebiliriz:
Allah Resulü (asm.) şöyle buyuruyor; “Her günah ile kalpte bir siyah nokta meydana gelir.”
Kişinin imanını muhafaza etmesi için, günahlardan kaçınıp emir dairesinde hareket etmesi, dikenli yollardan dönmesi, tövbe ve istiğfarla Rabbine sığınması gerekir. Aksi halde günahlar kalbi karartır, tövbe edilmediği taktirde de insanı küfre kadar götürebilir. Çünkü günah işleyen kişi, iman dairesinden çıkmasa bile, küfre giden yola bir adım atmış olur. Zira “Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır.”
Üstad Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati şöyle ifade etmektedir:
“Masiyetin mahiyetinde, bilhassa devam ederse, küfür tohumu vardır. Çünkü o masiyete (günaha) devam eden, ülfet peyda eder, sonra ona âşık ve müptelâ olur. Terkine imkân bulamayacak dereceye gelir. Sonra o mâsiyetinin ikaba mûcip olmadığını temenniye başlar. Bu hal böylece devam ettikçe, küfür tohumu yeşillenmeye başlar. En nihayet, gerek ikabı ve gerek dârü’l-ikabı inkâra sebep olur.” (Mesnevi-i Nuriye)
Kalbi karartan en büyük siyahlık şirk, yani Allah’a ortak koşmak. Bir insan, şirki dava eder ve bu hususta müminlerle mücadeleye girişirse, her geçen gün kalbindeki bu siyahlık daha da koyulaşır ve genişlenir. Git gide bütün kalbi sarar. Artık o insanın iman ve tevhidi kabul etmesi âdeta imkânsız hale gelir. Bediüzzaman hazretlerinin ifadesiyle; “salâh ve hayrı kabule liyakatı kalmaz.”
İşte sözü edilen âyet-i kerime, Allah Resûlüne (asm.) cephe alan ve onunla mücadele eden müşrikler hakkında nâzil olmuş. Ve o müşriklerin kalplerinde şirkin tam hâkimiyet kurması ve tevhide yer kalmaması, “kalb mühürlenmesi” şeklinde ifade edilmiş.
İşte kendilerine hidayet kapısı kapananlar, bu noktaya varan bedbaht gruptur. Yoksa günah işleyen yahut zulüm eden her kişi için hidayet kapısının kapanması söz konusu değil. Böyle olsa, asr-ı saadette, daha önce putlara tapan on binlerce insanın İslâm’a girmelerini nasıl izah edeceğiz?!..
Şirke giren her insanın kalbi mühürlenseydi, hiçbir müşrikin Müslüman olmaması gerekirdi. Demek ki, kalbi mühürlenenler, tevhide dönmeleri imkânsız hâle gelenlerdir. Ve onlar, bu çukura kendi iradelerini yanlış kullanarak düşmüşlerdir.
Mühürlenmek, zarf, kap, örtü ve kapı gibi şeylerde olur. İnsanların kalpleri de iman, marifet, ilim ve faziletin zarfı gibidir.
Kalbin mühürlenmesi zarfın mühürlenmesine, sem’in yani işitmenin mühürlenmesi de kapının mühürlenmesine benzer. Yüce Allah bir âyette Peygamber Efendimize (sav.) hitaben şöyle buyurur :“Sen inkâr edenleri korkutsan da, korkutmasan da birdir. Onlar inanmazlar. Allah onların kalblerini ve kulaklarını mühürlemiş, gözlerine perde çekmiştir. Onlar için büyük bir azab vardır.” (Bakara Suresi, 2/6-7)
Bu âyet-i kerîmeyi basit bir anlayışla ele alan bazı insanlar; “Allah bazı kimselerin kalblerini mühürlemiştir; onların iman etmeleri, hakikatleri görüp işitmeleri mümkün değildir” iddiasında bulunmaktadırlar. Mesele biraz tefekkür edilip, insaf ve vicdan ölçüleri içerisinde değerlendirilirse, bu iddianın ne kadar asılsız olduğu anlaşılır.
Evvelâ, âyet-i kerimedeki inkâr etme fiili insanlara, mühürleme ve perde çekme fiilleri ise Cenâb-ı Hakk’a aittir. Bilindiği gibi, ihtiyarî fiillerde Cenâb-ı Hakk’ın iradesi, insanların cüz’i iradelerine göre taalluk eder. İnkâr eden insanlardır; Allah da onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemekte, gözlerine perde çekmektedir.
Allah kullarına irade ve ihtiyar kabiliyeti vermiş; güzele veya kötüye, hayra veya şerre, hidayete veya dalalete kullanmakta serbest bırakmıştır. Cenab-ı Hak her kulun bu istidadını bu dünyada ne surette kullanacağını ezeli ilmi ile bildiğinden, ona göre hüküm vermiştir. Yani bu ezeli kanun kulların kendi ihtiyarlarına göre tecelli etmektedir.
“İnsanlara hidayet geldikten sonra onların inanmalarını ve Rab’lerinden mağfiret dilemelerini, hiçbir şey men’etmedi.” (Kehf Suresi, 18/55)
“Rabbin, kasabaların ehlini sâlih halde iken, zulüm ile helâk edecek değildir.” (Hud Suresi, 11/117) ayetleri de bu hakikati açıkça ifade etmektedir.
Fahr-i Kâinat Efendimiz de (sav.) “Her doğan çocuk İslâm fıtratı üzerine dünyaya gelir” buyurarak, insanların iman etmelerine ve hidâyete ermelerine bir mâni bulunmadığını beyân etmiştir.
Evet, Rahmân ve Rahîm olan Allah, iman ve sâlih amel üzere bulunan bir insanın kalbini mühürlemez. Ancak küfür yolunda yürüyen kimseler, kâinatta Allah’ın varlığına, birliğine, rahmet ve keremine şehadet eden sayısız delilleri okumamakla ve nihayetsiz sadâları işitmemekle, kalplerinin ve kulaklarının mühürlenmesine ve gözlerine perde çekilmesine kendileri sebep olurlar.
Başta küfür olmak üzere günahlar ve isyanlar Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarının tecellisini okumaya perdedir. İnsan günah ve isyana devam ettikçe Rabbi ile arasındaki perdeler kalınlaşır ve kesafet peyda eder. İnsan, işlediği günahlardan dolayı pişman olup tevbe etmediği takdirde, nefs-i emmaresine esir olur; kalbinde iman nûru yerine, gurur, riyâ, şehvet ve en nihayetinde küfür yerleşir. Bu hal ise onun basiretinin kör olmasına ve neticede kalbinin mühürlenmesine yol açar. “Onlar, sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler, artık (hakka) dönmezler.” (Bakara Suresi, 2/18) ayeti de bunu ifade etmektedir.
Kalp bir aynadır. Paslanmış veya kirlenmiş bir aynada güneş tecelli etmediği gibi, küfür ve isyanlarla kirlenmiş kalpte de Cenab-ı Hakk’ın isim ve sıfatları tecelli etmez, orada hidayet nuru parlamaz.
İnsanın fıtratı bir tarla gibidir. Allah, insanı fıtrat itibariyle eşsiz bir istidatta yaratmış; birçok hikmetlerin tahakkuku için onun kalbine hayır ve şer tohumlarını ekmiş, o tohumların inkişaf ve tekemmül tercihini onun iradesine bırakmıştır. Şu da var ki, çorak bir toprağa atılan tohum neşvü nema bulmadığı gibi, kararmış kalpte de iman nuru parlamaz, hidayet tohumu yeşermez.
İnsanın şerre kabiliyetli ve meyilli olması, onu mesuliyetten kurtarmaz. Zira şerre olan bu kabiliyet ve meyil insan iradesini ortadan kaldırmıyor. Hatta insanın fıtratına ekilen hayır tohumu ve kabiliyeti şerden daha çoktur. Allah bu hayır tohumlarının yeşermesi, inkişaf etmesi, insanın doğru yolu bulup istikamet dairesinde hayat sürmesi için, yüz yirmi dört bin peygamber, milyonlarca evliya ve asfiya göndermiş, âdeta bütün imkânları seferber etmiştir. Buna rağmen insanın iman etmemesi, şerre yönelmesi, günah bataklığına saplanması Cenab-ı Hakk’ın zorlaması ile değil, kendi tercihi ve hür iradesiyledir.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü