"Kendimi hubb-u cahtan kurtaramadığım için, o ikazım dahi onu uyandırmadı." cümlesini izah eder misiniz?

Cevap

Değerli Kardeşimiz;

Bu cümle Yirmi Birinci Söz'de şu cümleler ile ifade edilmektedir:

"Madem nefsim emmâredir. Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyle ise nefsimden başlarım."(1)

Karşı tarafa yapacağımız bir tebliğin müessir olmasının şartlarından biri de; onu önce kendimizin yaşaması lazımdır. İşte Üstadımız büyük bir tevazu ile mühim bir hakikatin altını kalın çizgi ile çiziyor, karşı tarafın uyanmamasının nedenini kendinde arıyor. Yani kendini makam sevgisi ile ittiham ediyor. Ben kendimi makam ve şöhret duygusundan kurtaramadığım için, sözlerim tesir etmiyor, diyerek bize ders veriyor. Gelen ziyaretçileri dahi kabul etmeyen ve insanların nazarından, teveccühünden kaçan, hatta sık sık ziyaret ederler diye kabrinin bilinmesini dahi istemeyen bir Üstad'ın bu davranışından çıkarmamız gereken mühim dersler vardır.

Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez.” cümlesi, hayatî bir tenbih ve ikazdır.

Nefis nedir ve nasıl ıslah edilir?” sualine cevap ararken, evvela onun tarifini yapmak gerekiyor. Nefis, bir şeyin zatı ve kendisi demektir. Ruh ve kalb mânasına da gelir.

Tarifte geçen birinci mânaya göre, “nefsini ıslah” ifadesini “kendini ıslah” etmek şeklinde anlarız. Bu mânasıyla “nefis” kelimesi hem bedeni, hem de ruhu içine aldığına göre, her ikisinin de ıslah edilmesi gerekir.

Kötürüm adam başkasının imdadına koşamadığı, kör adam başkasına yol gösteremediği gibi, ilimden mahrum kişi de başkalarına bir şey öğretemez. Kibirliden tevazu dersi alınmaz. İffetsizin ahlâk dersi dinlenilmez. Merhametsizin şefkatten söz etmeye hakkı yoktur... Misaller artırılabilir.

Nefsin ıslah olması, onun salih amellere yönelmesi demektir. Islah olan bir nefis yalnız güzel ve faydalı işlere talip olur; günah ve isyandan nefret eder ve bütün gücüyle uzak durur. Salih amel, kuvvetli bir imandan doğar. Namaz kılmayan, oruç tutmayan ve diğer farzları yerine getirmeyen bir kişi, salih amelden uzak kalmış demektir. Böyle birisinin başkalarının ıslahına vesile olması düşünülemez. Namaz kılmayan birisinin namazın faziletlerine dair sözleri, dinleyene tesir etmez, kalbe ve ruha inmez.

Nefis denilince hatıra gelen en yaygın mâna, kötülüğü emreden nefs-i emmaredir. Bu nefis, başta naklettiğimiz tarif cümlesinde “şehvet ve gazabın mebdei olan kuvve-i nefsaniye” olarak ifade edilmiştir.

Üstad Hazretlerinin şu sözlerini bir kere daha hatırlayalım:

“… Ben kendimi beğenmiyorum; beni beğenenleri de beğenmiyorum. Cenâb-ı Hakka çok şükür, beni kendime beğendirmemiş.” (Mektubat)

Bir ömür boyunca bütün küfür ve dalalet cereyanlarına karşı verdiği ilmî mücahedesiyle nice imanların kurtuluşuna vesile olması, bütün insanlığa Nur Külliyatı gibi bir hidâyet rehberi hediye etmesi, onun haklı olarak gönüllerde taht kurmasını netice vermiş ve kendisine layık olduğu hürmet gösterilmişti. O ise bunu tamamen Allah’ın ihsanı bilmiş, şahsına karşı gösterilen hürmet ve muhabbeti daima “Dert benimdir deva Kur’ânındır.” diyerek Kur’ân hakikatlerine yönlendirmiş, nefsine bir hisse vermemişti.

Burada bir hususa da temas etmek gerekiyor. İsmet sıfatı sadece peygamberlere mahsus olmakla birlikte, Allah’ın hıf ve himayesi sadece onlara has değildir. Peygamber varisi büyük zatlar yanında nice veli kullar da vardır ki, onlar da Hafîz ismine mazhar olmakla Allah’ın kendilerini hıfz ve himaye etmesi sayesinde hiçbir günah işlemeden tertemiz bir ömür geçirmişlerdir.

Yine konumuza dönelim: “Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez.”

Nefsin ıslah olması, onun ‘kötülüğü emretme’ hastalığından kurtulmakla kalmayıp iyiyi, güzeli ve faydalıyı istemesi ve sevmesi demektir. Islah olan bir nefis, fenalıklardan uzak kalmış, boğucu dalgalardan kurtulmuş ve selamet sahiline ermiştir.

İnsanın bedeni ile ruhu arasında çok yakın bir münasebet vardır. Organlardan birisi rahatsız olduğunda diğerlerinin tamamı vazifelerini yapsalar bile yine o insan hastadır, üzüntülüdür, acı çekmektedir. Bütün organları sağlam olacaktır ki, o kişiye sıhhatli diyebilelim. Ruh dünyamız da buna bir yönüyle benzer. İnsanın kâmil bir mü’min olabilmesi için başta kalbi ve aklı olmak üzere bütün his dünyasının istikamet üzere olmaları ve rıza mihverli çalışmaları gerekir.

İşte nefsin ıslahı bütün bu maddî ve manevî cihazları yaratılış gayelerinde kullanmak, onlarla İlâhî marifet ve muhabbet sahasında ilerlemek ve Üstad Hazretlerinin ifadesiyle “cennete layık bir kıymet almak”tır.

(1) bk. Sözler, Yirmi Birinci Söz.

Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü

Bu içeriği faydalı buldunuz mu?
Yükleniyor...