"Kur’ân Arşı ferş ile bağlamış bir zincir, bir hablullahtır; câzibe-i umumiyeden ziyade zemini muhafaza ediyor." İzah eder misiniz? Kur'an-ı Kerim tüm kâinatı ihata etmiyor mu?
Değerli Kardeşimiz;
Arş; maddî ve manevî, şehadet ve gaybî bütün âlemleri içine alır. Yani Arş denildiği zaman, kâinat da içine girer, cennet cehennem de içine girer. Arş ve Kürsi, ikisi de kâinat gibi mahlûkturlar. Kâinat, hadîsin ifadesi ile Arş’a nisbeten, kum sahrasına atılmış bir halka gibi kalır.
Bütün mahlûkat halk âlemindendir, onların idare edildiği kanunlar ise emir âleminden. Meselâ, yerküresi halk âleminden, yerçekimi ise, emir âlemindendir. Halk âlemi emir âleminden idare edilmektedir ve bu âlemin merkezi Arş’tır. Arş, “İlâhî emirlerin meleklere ilk tebliğ edildiği makam” şeklinde tarif edilir.
Üstad Hazretleri Arş hakkında şunları söylüyor:
"Bu kaide, Arş ile kevn hakkında da tatbik edilir. Şöyle ki: Arş Zahir, Bâtın, Evvel, Âhir isimlerinin halita ve karışığıdır. Bu halitada dahil olan ism-i Zahir itibarıyla, Arş, mülk, kevn melekût olur. İsm-i Bâtın itibarıyla, Arş, melekût, kevn mülk olur. Demek, Arşa ism-i Zahir nazarıyla bakılırsa, kendisi zarf, kevn de mazruf olur. İsm-i Bâtın gözüyle bakılırsa, kendisi mazruf, kevn zarf olur. Ve keza, ism-i Evvel itibarıyla, وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاۤءِ âyetinin işaret ettiği kevnin bidayetini içine alıyor. Ve ismi Âhir itibarıyla, سَقْفُ الْجَنَّةِ عَرْشُ الرَّحْمٰنِ hadîs-i şerifinin ima ettiği kevnin nihayetini içine alıyor. Demek, Arş öyle bir halitadır ki, şu dört isimden aldığı hisselerle kevn ve vücudun sağını solunu, üstünü ve altını ihata etmiş olur."(1)
Güneşin ışığında yedi rengin iç içe bulunması gibi, arşta da bu dört isim birlikte tecelli etmiştir. Zâhir ismi Allah’ın varlığının bütün eşyanın varlığından daha aşikâr olduğunu, Bâtın ismi O’nun kudsî mahiyetinin idrak edilemeyeceğini, Evvel ismi, Allah’ın ezelî olduğunu; Âhir ismi ise ebedî olduğunu ifade eder.
Manevî kalbimiz, bedenimizi her cihetle kapladığı gibi Arş’ın da kâinatı manen ihata ettiği, içine aldığı anlaşılıyor. Arş, bütün âlemlerin, tabiri caizse, idare merkezi gibidir.
Arş’a Zâhir isminin tecellisi noktasında baktığımızda, yâni, hayalen Arş’a yükselip nazarımızı ona diktiğimizde bütün varlık âlemi onun içinde kalır (manevî kalbimizin sevgi, ilim, hayat sıfatlarıyla bütün bedeni kaplaması gibi). Bu durumda, arş mülk, kevn melekût olmuş olur.
Arş’a da Bâtın ismi noktasında baktığımızda, yâni Arş’ı şu görünen âlemin manevî kalbi olarak düşündüğümüzde, bu defa kevn yâni topyekûn varlık âlemi mülk olur, Arş ise melekût olur. Diğer bir ifade ile kevn zarf olur, Arş ise onun içinde kalmış gibi, mazruf makamında bulunur.
Ferş; yeryüzü ve küremiz demektir. Arşın ferşe bağlanması maddî ve hilkat açısından değil, manevî ve rütbe açısındandır. Yani yeryüzü manasında olan Ferş, mahlûkatın halifesi makamında olan insanın meskeni ve beşiği olduğu için, bütün kevniyat ve Arş yeryüzüne manen hizmetçi ve hadim oluyor. Bütün felekleri ve arşları bir insan gibi hayal edecek olursak, ferş, bu insanın kalbi ve ruhu hükmündedir. İnsanın bedeni nasıl ruh ile kaim ise, tabiri caiz ise arş ve kürsi de ferşe, yani küremize, dolayısı ile insana bağlanmıştır ve onunla berhayattır.
Kur’an ise arş ile ferş arasında bir köprüdür. Şayet Kur’an olmasa, ferşteki bir insan, arşın içine aldığı sair âlemler hakkında bir malumat ve fikir sahibi olamaz.
Mesela, kabrin arkasında ne var ne yok, bunu insan bilemiyor. O gaybî ve arşî âlemlerden Kur’an bize haber veriyor. Arş ile ferşi birbirine bağlayan ve rabteden, Kur’an’dır.
(1) bk. Mesnevi-i Nuriye, Hubab.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü