"Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir (asm)... Ehemmiyeti büyüktür." Uzun tesbihatın ne gibi faydaları vardır?
Değerli Kardeşimiz;
Evvelâ, Peygamber Efendimiz (asm)'in velayet ve nübüvvet yönü mübarek zatında cem olmuştur. Habib-i Kibriya Efendimizin velayet yönü, onun şahsî kemalatını, nübüvvet yönü ise vehbiyet makamını temsil eder. Nitekim Üstad, Mi’rac Risalesi'nde; her iki ciheti de beraber değerlendiriyor. Bu mânaya şu ibareler işaret eder:
"İşte, Miraç, velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) bütün velâyâtın fevkinde bir külliyet, bir ulviyet suretinde bir tezahürüdür ki, bütün kâinatın Rabbi ismiyle, bütün mevcudatın Hâlıkı ünvanıyla Cenâb-ı Hakkın sohbetine ve münâcâtına müşerrefiyettir."(1)
Peygamber Efendimiz (asm), Mi’raca peygamberlik geldikten sonra çıkmıştır. Bu da velayetin peygamberlikten sonra da devam ettiğini gösterir.
Üstad Hazretleri mi’racı “velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) keramet-i kübrâsı, hem mertebe-i ulyâsı” olarak tavsif eder. Habib-i Edib Efendimiz (asm.)’ın ubudiyetteki o yüksek derecesi en büyük bir keramet olarak en büyük mu’cizelerinden biri olan ve ondan başka hiçbir peygambere nasib olmayan Mi’racı meyve vermiştir.
"Beşinci Sualiniz: Sinn-i mükellefiyet on beş sene kabul ediliyor. Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm nübüvvetten evvel nasıl ibadet ederdi?"
"Elcevap: Hazret-i İbrahim Aleyhisselâmın, Arabistan'da çok perdeler altında cereyan eden bakiye-i dini ile. Fakat farziyet ve mecburiyet suretiyle değil, belki ihtiyarıyla ve mendubiyet suretiyle ibadet ederdi. Şu hakikat uzundur; şimdilik kısa kalsın."(2)
Bu ifadelerden de Peygamber Efendimiz (asm)'in nübüvvetten evvel de ibadet ve tesbihlerini, hak olan Hazret-i İbrahim Aleyhisselâmın, Arabistan'da çok perdeler altında cereyan eden bakiye-i dini ile yaptığını gösteriyor. Yani Peygamber Efendimiz (asm), nübüvvetten önce bütün bütün dinden habersiz değildi; kendi iradesi ile Hanif dininin usulü ile Allah’a ibadet ve kulluk ediyordu.
Hazret-i İbrahim (as)’in dini olan Haniflik çok kapalı ve perdeli bir şekilde muhitinde devam etmekte idi. Peygamber Efendimiz (asm) ve onun temiz soyundan olan birçok kimse de bu dine uygun hareket ederlerdi. Bu yüzden, Peygamber Efendimiz (asm) kırk yaşından önce de o tekemmülü yaşamıştır. Zaten nübüvvet bu tekâmülün bir neticesidir.
Diğer bir husus; ümmîlik cehalet demek değildir. Okuma ve yazma bilmeyene ümmî denir. İnsan okuma ve yazma bilmeden de ilim tahsil edebilir. Peygamber Efendimiz (asm)'in muallim ve mürebbisi Allah olduğu için, ona okuma ve yazma vasıtası olmadan, her şeyi vehbî bir tarzda talim ettirir ve ettirmiştir.
İnsanın yaratılış gayesi, iman ve ibadettir. İman ve ibadetin nasıl yapılacağını ve hudutlarını ise ancak Allah ve Resulü (asm) tayin ve tesbit eder. Zira Allah’ı razı etmek, ancak onun emir ve yasaklarına ittiba etmek ile mümkündür. O’nun emir ve yasaklarını insanlığa tebliğ eden de Habibi ve Resulü (asm)'dir.
Böyle olunca, Allah’ı razı etmenin en kısa ve en sağlam yolu, Habibinin çizdiği yol üzere hareket etmektir. Yani sünnete tâbi olmak, bütün evrad ve âdaba uymaktan üstündür. İnsanlık içinde teşekkül ettirilen bir takım adab ve evrad vardır. Bunların hepsi insanların şahsî gayret ve çalışmalarının mahsulüdür. Hiçbirisi hatadan masum değillerdir... Halbuki sünnet; doğruluğu ve Allah rızasına uygunluğu, Allah tarafından tescillenmiş bir yoldur.
Namazın sonundaki tesbihler, Allah’ı zikretmenin en güzel bir yolu ve vesilesidir. Zira bu tesbihleri tanzim ve tesis eden Allah’ın Resulü ve Habibi olan Hazret-i Muhammed’dir(asm). Nasıl Hazret-i Peygamber (asm) insanlığın nasıl en mümtaz ve en müstesnası ise, onun çizdiği ve tesis ettiği evrad ve ezkâr da diğer evrad ve ezkârlar içinde en üstündür.
Allah rızasını tahsil etmek ve çok faziletli sevaplar kazanmak ancak ve ancak Habib-i Kibriya (asm)'in tespit ve tesis ettiği evrad ve ezkârı takip etmek ile mümkündür.
Namazdan sonra yapılan tesbihat bir ibadettir; ibadet ise dünya hayatında birtakım fayda ve menfaatler için yapılmaz. İbadetin tek illeti, yani yapılma sebebi; Allah’ın emrine uymak ve O’nun rızasını kazanmaktır. İbadetlerin dünyevî ve uhrevî faydaları sadece nefsi teşvik içindir, yoksa sırf ibadetin sebebi değildirler. Namazdan sonra yapılan tesbihleri de böyle mülahaza etmeliyiz ki; Allah katında makbul olsun.
Bunun yanında uzun yapılan tesbihler içinde müşterek bir dua halkası vardır. Eğer biz de bu halkasına dâhil olursak, milyonlarca Müslüman’ın halis duasına mazhar oluruz. Belki Allah, bu duaların neticesinde bizi affedip cennetine ilhak edecek. Bu sebeple tesbihatları takip etmekte; maddî ve manevî çok maslahat ve faydalar vardır. Namazı ister cemaatle kılalım, isterse tek başımıza kılalım fark etmez; namazdan sonra tesbîhat yapmak; Sünnet-i Seniyyedir. Tesbîhât cemaatle birlikte yapılabileceği gibi, ferdî olarak da yapılabilir. Üstad'ın ifadesiyle;
"Namazdan sonraki tesbihatlar tarikat-ı Muhammediyedir (a.s.m.) ve Velâyet-i Ahmediyenin (a.s.m.) evradıdır. O noktadan ehemmiyeti büyüktür..."
Bunlardan bazılarını teşvik eden Hadisi- Şerifler şöyledir:
Muâviye bin Hakem es-Selemî (ra) anlatır: Resûlullah (asm), “Bizim namazımız tesbîh, tekbîr ve Kur’ân tilâvetinden ibârettir; onda dünya kelâmı konuşulmaz!” buyurdu. (Nesâî, Kitab’us-Sehiv, 20)
Muhâcirlerden bazı fakîr sahabîler bir gün Allah Resûlüne (asm) şöyle dediler: “Ya Resûlallah! Mal sahipleri yüksek derecelere eriştiler. Bizimle beraber namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlar! Bizden ayrı bir de mallarıyla haccediyorlar, umre yapıyorlar, köle âzâd ediyorlar, sadaka veriyorlar!”
Allah’ın Resûlü (asm): “Ben size bir şey öğreteyim mi? Onun sayesinde siz geçenlere yetişir, sizden sonrakileri de geçersiniz. Hem böylece, sizin yaptığınızı yapanların dışında hiç kimse sizden daha fazîletli olmaz!” buyurdu.
“Her namazın ardından otuz üçer defa Sübhânallah, Elhamdülillâh ve Allahu ekber dersiniz. Sonra da “Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke leh. Lehü’l-Mülkü ve lehü’l-Hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr” dersiniz; deniz köpüğü kadar bile olsa günahlarınız bağışlanır!” buyurdu. (Müslim, Mesâcid, 142)
Ebû Zerr (ra) anlatır ki: Resûlullah Efendimiz (asm) buyurdu ki:
“Her kim, sabah namazından sonra diz çökmüş olarak, konuşmadan önce on defa “Lâ ilâhe illallahü vahdehû lâ şerîke lehü. Lehü’l-mülkü ve lehû’l-hamdü yuhyî ve yümîtü ve hüve alâ külli şey’in kadîr.” derse kendisine onlarca sevap yazılır, on günahı silinir, on derece yükseltilir, o günün tamamında her şerden emin ve emniyette olur, Şeytan’dan korunur ve o gün hiçbir günah ona ulaşarak amelini iptal etmez!” (Tirmizî, Daavât, 63)
Dipnotlar:
(1) bk. Sözler, Otuz Birinci Söz
(2) bk. Mektubat, Yirmi Üçüncü Mektup
Ek bilgi için tıklayınız:
- Namazdan sonra yaptığımız tesbihatın delili var mı? Üstad bu tesbihatı Peygamberimiz (asv)'den mi öğrenmiş? Bir de avuç içi aşağıya doğru çeviriyoruz, bunu Peygamberimiz yapıyor muydu?
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü
Yorumlar
Velayetin Risalete inkilab etmesi peygamberlik sürecinin başlaması ve bununla beraber vehbiyet manasınında başlaması demektir.Yoksa inklilab manasında velayetin tamemen silinip yok olması manası yoktur.Risaletten önce tek velayet vardı Risaletin gelmesi ile iki süreçli bir hale geçilmiş oldu.Buda bir değişim ve inkilab sayılır.
Namazdan sonra yaptığımız tesbihattaki esma-i hüsnalara, neden ism-i a’zam duası ve tercüman-ı ism-i a’zam duası deniliyor?
Namaz tesbihatında okunan ve Allah’ın birçok isimlerinin de içinde bulunduğu duaya İsm-i Azam denilmesinin iki sebebi var:
Birisi; o isimlerin içinde Allah lafza-i celalinin bulunmasından dolayıdır. Zira ekseri âlimlerin görüşüne göre mutlak ve mahfi bırakılmış olan ism-i a’zam, Allah ismidir. Allah ismi, Allah’ın Zat-ı Akdesine delalet eden umumi ve kuşatıcı bir isim olmasından dolayı, sair bütün isimleri ve sıfatları mahiyetinde toplayıp onlara lüzumiyet noktasından işaret ediyor. Bu duada en ziyade Allah lafzı tekrar edildiği için, duanın adı, İsm-i A’zam duası denilmiştir.
Diğer bir sebebi, ism-i a’zam mutlak ve mahfi bırakıldığı için, Allah’ın her ismi, ism-i a’zam olabilir. Bu duada da Allah’ın birçok isimleri zikredildiği için onları temsilen ism-i a’zam denilmesi gayet yerindedir ve güzeldir.
Üstad Hazretlerinin şu ifadeleri ikinci sebebi işarî olarak te’yid ediyor:
Dua Ederken, Ellerin Ters Çevrilmesi Nedendir?
Rivayetlerden, üç çeşit duanın olduğunu bilmekteyiz. Bunlardan birisi de korktuğumuz şeylerden Allah'a sığınmaktır. Diğer bir ifade ile istemediğimiz şeylerdir. İstemediğimiz bir şeyi ellerimizin tersi ile işaret ederek gösteriyoruz. Dua ederken hem dilimizle hem de elimizle iltica etmekteyiz. Peygamber Efendimiz (asm) de bu şekilde dua etmiştir.