"Namazın mütenevvi ezkâr ve harekâtiyle işaret ettiği vezaif ve makamatı mufassalan gördüler." ifadesinde nazara verilen yüksek mânalar herkes için geçerli midir?
Değerli Kardeşimiz;
Bir şeyin “mutlak” zikredilmesi “kemaline” delâlet eder. Burada da bir kayıt konulmaksızın, yani “şu veya bu zâtların namazı” denilmeyerek “namazın” mutlak zikredilmesi, “kâmil namaz” demek olur ki, o da peygamberlerin, evliya ve asfiyanın namazlarıdır. Bu gibi bahislerde, bizlerin de o yüksek manalara biraz olsun yaklaşmak için gayret göstermemize bir tembih vardır.
“Namazın mütenevvi ezkâr ve harekâtiyle işaret ettiği vezaif ve makamat” ifadesinde geçen “mütenevvi ezkâr” yani çeşitli zikirler “namaz boyunca okuduğumuz Fatihalar, zamm-ı sureler, tesbihler, tekbirler, hamdler, aşr-ı şerifler ve yaptığımız dualardır.”
Harekât ise, kıyam, rükû, secde, teşehhüd, selam verme gibi hareketleri ifade eder. Bunların işaret ettiği “vezaif ve makamat” ise namaz kılan kişinin ihlâsına, huzuruna, tefekkürden nasibine, huşûuna, takvasına göre onun ruhunda tesirini gösteren ve kalbinde inkişaf eden kulluk vazifeleridir.
Birkaç misal vermeye çalışalım:
Fatiha Sûresinin ilk ayetinde, “bütün hamd ve senanın Allah’a mahsus olduğu” ders veriliyor. Bu hususta bize düşen vazife, İlahî sıfat ve isimlerin tecellileriyle ortaya çıkan bütün güzellikleri, kemalleri ve nimetleri Allah’tan bilmek, sebepleri bilhassa insanları sadece birer vesile görerek, bütün “hayrın ancak Allah’ın elinde olduğunu” düşünüp şükrümüzü ancak O’na yapmaktır.
“Malikiyevmiddin” âyetini hayatımıza tatbik etmek, ölümü sıkça hatırlamak, ömür sermayemizin hesabını dünyada iken hassasiyetle yapmak, âhiretimize daha çok sevap göndermek için olanca gücümüzle çalışmaktır.
“İyyake na’büdü ve iyyake nestein” (Yalnız sana ibadet eder ve ancak senden yardım dileriz) âyetinden aldığımız ders ile gizli şirk denilen riyadan ve sebeplere fazla ehemmiyet vermekten sakınmaya dikkat etmektir.
“Sırat-ı müstakime” hidayet isteğimizi, hayatımızın her safhasında, bütün davranışlarımızda ve ahlâk yapımızda esas almak, aşırılığın iki ucu olan “ifrat ve tefritten” sakınmaktır.
Fatihanın tümünü hayatımızda güzelce sergilediğimiz takdirde, sırat-ı müstakim ehli olan “peygamberlerin, sıddıkların, şüheda ve salihlerin” izinde gider, mağdup (Allah’ın gazabına uğramış) ve dallin (istikamet yolundan sapmış) güruhlarından olma tehlikesinden kurtuluruz.
“Allahü ekber” diyerek rükûa ve secdeye kapanmamızın hayatımıza yansıması, insanları ve hâdiseleri olduğundan büyük görmemek, onların karşısında acze düşmemek ve onlara lüzumundan fazla kıymet vermemektir.
Bu noktada, Allah’ın inayetiyle, muvaffak olmanın şartı, önce haramları, sonra şüphelileri tamamen terk etmek, daha sonra salih amelleri artırma yoluna gitmektir.
Büyük zâtlar, feyiz ve kemalat yolunda ilerlemenin ilk ve en mühim şartı olarak “helal lokmayı” nazara verirler. Haramlardan uzak kalmakla birlikte, helal dairesinde de israftan sakınmayı tavsiye ederler.
Abdulkadir Geylani Hazretleri bu noktada şu ihtarda bulunur: “Haramın azabı varsa, helalin de hesabı vardır.”
Malayaniyi terk etmek, yani ne dünyaya ne de âhirete yaramayan boş işlerle ve sözlerle ömür tüketmekten uzak durmak da bu noktada çok ehemmiyetlidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm.); “Kişinin malayaniyi terk etmesi Müslümanlığının kemalindendir.”(1) buyururlar.
(1) bk. Müsned, I, 201; İbn Mâce, Fiten, 12; Tirmizî, Zühd, 11.
Selam ve dua ile...
Sorularla Risale Editörü